25 Aralık 2007 Salı

Nimet Abla




Bu yılbaşı için de piyango biletimizi Nimet Abla'dan aldık.

Öğleden sonra evden çıkıp Nişantaşı'na doğru yol aldık. Abdi İpekçi civarında kahvelerimizle dolanıp yürüyerek Dolmabahçe'ye, oradan da Karaköy üzerinden Eminönü'ne geçtik. Galata Köprüsü'nün altını ilk defa görüyor olmak heyecanlandırdı bizi. Orada turistlere özenip gün batımına karşı balık ekmek yedik. Ben bir de bira içtim. Biletimizi de aldıktan sonra Mısır Çarşısı'nın dış alanındaki evcil hayvan ve botanik pazar yerinde dolanıp büyük bir oyuncak mağazasına girdik. Burada Aygül yapbozlarla ben de Diecast denilen model otomobillerle vakit geçirip sonunda bir taksiye atladık ve eve döndük.

Bugün çok güzel bir gündü.




22 Aralık 2007 Cumartesi

Fincan Azdı


Minik kızımız Fincan, birinci yaşını doldurmasına iki ay kala erişkinliğe ulaştı ve kızıştı. Tam olarak yetişkin olmadan kısırlaştırma ameliyatına girmek istemediğimiz için bu sürprize katlanmak durumundayız. Azgınlığı sona erdiğinde kızımızın yumurtalıklarını aldıracağız. Aygül'ün internette yaptığı kısa bir araştırma sonrasında şu anda Boğaziçi Veterinerlik'te yaptıracak gibi görünüyoruz operasyonu. Tabii bu arada -arada kısa uyku molaları vererek- 24 saat boyunca mırıldayarak ve miyavlayarak bizi bezgin düşürmüş olması biraz üzücü. Yemek de yemiyor. Sadece kendinin de çok anlam veremediği anlaşılan bu yeni içgüdüyle başa çıkmaya çalışıyor. Evde bir kediyle yaşamanın en zor anları bunlar sanırım.

28 Kasım 2007 Çarşamba

Son Yılların En Uzun Tatili

Ben işten -Dreambox'tan- ayrıldıktan hemen sonra bayramı da araya katarak uzun bir gezi yaptık Aygül'le. Gezinin hemen ardından yazmam gereken bu yazıyı bu kadar -yaklaşık bir ay- geciktirince şimdi nereden başlayayım, hangi detayları anlatayım bilemiyorum. Tarihsel sırayla gitmeyip daha farklı bir anlatım denemeye karar verdim bu yüzden.

Gezinin Coğrafi Özeti
İstanbul'dan çıkarak Çanakkale üzerinden Edremit yarımadasına geçtik ve Altınoluk'ta kaldık. Altınoluk'tan sonra İzmir'de kısa bir mola verip Çeşme'ye geçtik. Daha sonra da Manisa'ya uğrayıp Bodrum'a gittik. Bodrum'dan Eskişehir'e geçtik. Aygül oradan İstanbul'a geçti, ben bir de Ankara yapıp öyle döndüm İstanbul'a. Toplam 2.300km kadar bir yol yapmış oldum.

Gezinin Durakları
Altınoluk'ta Mehmet'in ayarladığı iki otelde kaldık, sırasıyla; Akçam Otel ve MareMonte Oteli. İzmir'de Aygül'ün halasında mola verdik. Çeşme'de teyzemlerde kaldık. Manisa'da anneannemi ve annemin teyzesini ve onun çocuklarını gördük. Bodrum'da kuzenim ve eşinin misafiriydik. Eskişehir'de Anadolu Üniversitesi ağırladı bizi, bu arada buradaki kuzenimi ve eşini de görme fırsatımız oldu. Ankara'da annem, babam, ablam, eniştem ve yeğenimi gördüm.

Yol Notları
İstanbul'dan Bandırma'ya hızlı feribotla geçecektik aslında ama Yenikapı'nin önündeki son ışıklarda polisin trafiği durdurup bizi 15 dakika tutması sonucu 2-3 dakikayla feribotu kaçırdık. Bunun üzerine Çanakkale'ye doğru çevirdik rotamızı (çok klişe oldu ama güzel de oturdu bu laf). Nefis bir yolculukla Gelibolu'yu geçip Eceabat'tan feribota bindik ve Çanakkale'ye geçtik. Çanakkale'den sonra çok tatlı bir akşamüstüne doğru Edremit yarımadasını dolaşarak Altınoluk'a ulaştık.

Altınoluk'tan İzmir'e geçiş bayramın ikinci gününe denk geliyordu ve trafik yoğundu. Epey de yağış oldu o gün bizim gittiğimiz güzergahlar üzerinde. Özellikle Çeşme'ye doğru otoban girişinde öyle bir sağanak vardı ki, bazı araçların durduğunu ve yağmurun dinmesini beklediğini gördük.

Bodrum'a geçerken parçalı bulutlu bir hava vardı. Bayram tatilinin son gününe denk gelmesi nedeniyle dönüş tarafında trafik acaip yoğundu. Bizim tarafsa yine keyifli ve sakindi. Bodrum'a hava kararmadan vardık, Yalıkavak'ın günbatımı karşıladı bizi.

Eskişehir'e giderken yolun büyük çoğunluğunda Sadi'yle birlikteydik. Onbir saat süren bu yolculuk hepimizi yordu. Yine de geçtiğimiz yerler çok zevkliydi. Özellikle Sadi'nin eniştesinin önerisiyle Kütahya'ya geçerken kullandığımız yan yol sayesinde 80'lerdeki boş ve dar Anadolu yolculuklarının keyfini hatırladık.

En büyük bomba Eskişehir'den Ankara'ya geçiş oldu. Elif ve Mehmet beni yalnız bırakmadılar bu yolculukta sağolsunlar. Daha yolculuğun başında iki iPod'umuzun şarjı da bitince Mehmet'in MacBook'unu bağladık araca ve Mehmet ikibinli yıllarda gördüğüm en inanılmaz dj performansını sergileyerek yorgunluktan uyumak üzere olan bedenimi her şarkıda bir miktar daha diriltmeyi başardı. Üçümüzün bağıra çağıra eşlik ettiği 90'lar klasikleri de cabasıydı.

Yemekler
Aygül'ün yolda yememiz için yaptığı leziz minik sandviçler hem Altınoluk yolculuğunda, hem de Eskişehir yolculuğunda bizimleydi. Bütün seyahat boyunca eser miktarda bira ve şarap tüketildi, rakı da ihmal edilmedi. Altınoluk'ta kendin pişir kendin ye mekanında yaptığımız mangaldaki etler, Çeşme'deki pideler, Bodrum'da kuzenimin yaptığı muhteşem yemekler, Eskişehir'de çibörekler ve Tolga'nın bahçesinde yaptığımız mangal...

Diğer Notlar
Eskişehir'de son gece Tolga'da en son Mehmet, Aygül ve ben kalmışken çok acaip bir kuantum muhabbetine giriştik. Uzun yıllardır böyle sarhoş olmamış ve bu kadar keyifli ve zihin açıcı bir sohbetin içinde olmamıştım. Tabii ki en büyük etken sohbetin her bir katılımcısının ayrı geçmişlerden geliyor olmaları ve çok nefis bir zeminde buluşmalarıydı.

Altınoluk başlıbaşına rüya gibiydi, bunun için Mehmet'e ve tatlı ailesine ne kadar teşekkür etsek azdır. Eskişehir macerası için de başta Ebru Baranseli olmak üzere tüm Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'ne ve rektörlüğe buradan da tekrar teşekkürler! Çalıştaylarımızla ilgili şu Bigumigu haberinde detaylı bilgi bulabilirsiniz. Buradan da benim kendi çalıştayımın özet raporunu indirebilirsiniz.

Şimdi görsel olarak üzerinden geçelim olayların bir de:

Feribotta ben yukarıda çay içerken, Aygül de otomobilin içinde uyurken.

Altınoluk'ta Akçam Otel'in bahçesinde Mehmet'le çay içerken.

Bodrum'da tıraş olmadan hemen önce.

Bodrum'da tıraş olduktan hemen sonra.

Eskişehir'de Bomanti'de fasıl.

Eskişehir'de Bomanti'de fasıl.

Eskişehir'e giderken.

Eskişehir yolunda, ben gizli işler çevirirken. Bildiğiniz işiyorum.

Eskişehir yolunda.

Eskişehir'de ilk kahvaltı.

Çalıştay sırasında bendeniz.

Bu da geziden bir video, Sadi yolda giderken:








27 Eylül 2007 Perşembe

Popüler Müzik Üzerine

Popüler müzikte belli dönemlerde bazı şarkılar çıkar ve o döneme ait olmayan bir tarzla büyük başarı yakalarlar. Şeyler'de daha önce de bahsettiğim Roy Vedas'ın Fragments of Life şarkısı buna çok iyi bir örnektir. Fragments of Life'ı duyduğumda hissettiğim şey "daha önce böyle bir şey duymadım"la "hep böyle bir şey bekliyordum" arası bir duyguydu.



Rosey'nin Love adlı şarkısını da böyle tanımlıyorum ben. Love da inanılmaz şekilde arka arkaya dinlenme potansiyeline sahip zamanının ötesinde bir klasikti. Love'i sadece radyoda duydum, resmi bir videosu var mı bilmiyorum. Youtube'dan bulduğum şu amatör videoyu ekliyorum şarkıyı hatırlatmak için. (Görüntüler "Anılar 9" tadında, çok takılmayın)



Bu şarkıların ortak bir özelliği var mı bilmiyorum. İşte şimdi yine döneminin ötesinde bir şarkı şarkı listemizde arka arkaya çalıyor durmadan son günlerde. Amy Winehouse - You Know I'm No Good. Şarkıyı e2'de yeni başlayan "Mad Men" adlı dizinin tanıtım filmlerinde duyup öğrendik. Amy Winehouse'u aslında Rehab adlı şarkısından ve kendine zarar verici karakterinin sonucu olan haberlerden tanıyorduk. Bu arada Mad Men oldukça sağlam bir dizi. Nip/Tuck tadı arayanları hayal kırıklığına uğratacak çünkü çok daha derin bir dramatik altyapı kurgulamışlar. Lafı daha fazla uzatmadan sözü Amy Winehouse'a verelim (TRT 3 - Erhan Konuk tarzı), "You Know I'm No Good":



Ek Bilgi:

Mad Men'in açılış jeneriğindeki şarkı da RJD2'nun "A Beautiful Mine"ının enstrümantal versiyonu. Mad Men'in çok havalı bulduğum açılış jeneriği de şöyle:



Bu da sonunda "You Know I'm No Good"un çaldığı tanıtım filmi:

20 Eylül 2007 Perşembe

Marketingist

Marketingist 2007 bugün başladı. Pazar günü Aygül ve arkadaşlarının "Blogging Pazarlamanın Neresinde?" konulu panelleri olacak. Bu arada ben bugün gidemedim fuara ama Aygül'lerin Twitter'ından takip ediyorum gelişmeleri. Cumartesi ve Pazar büyük ihtimalle Marketingist'te olacağım.

1 Eylül 2007 Cumartesi

Hafta Sonu Şeyleri

Sabah Mevlüt Usta'nın kapıyı yumruklamasıyla yataktan fırladık. Elektrikler kesik olduğu için kapıyı çalamamış. Aygül'e de tesisatçının geleceğini söylemeyi unuttuğum için o benden daha yukarı fırladı tabii. Banyo lavabosunun sıcak su borusunun dirseğini değiştirdi. Banyo biraz battı ama Aygül bir anda paçaları sıvayıp içeri daldı ve Mr. Mustle reklamlarındaki gibi 10 dakikada tertemiz yaptı ortalığı.

Bu arada banyoda geçenlerde de Ariston servisini ağırlamıştım. Bozulan çamaşır makinesini tamir için gelen delikanlının bavulunu görüntülemeden edemedim. Kendime dağınık demeyeceğim bundan sonra sanırım.



Son haberimiz Valikonağı Caddesi'yle Rumeli Caddesi'nin köşesinden geliyor. Şişli Belediyesi fındıkla ilgili iyi bir şeyler yapmış ama şu metni yazan da, işi onaylayan da, basan da, el arabalarına uygulayan da yazım yanlışını farketmemiş anlaşılan. Tam Sadi'lik bir manzara.

28 Ağustos 2007 Salı

Musallat İnternet Sitesi - ilk izlenim

Yönetmen yardımcılığını ve görsel efektlerini dostumuz Cem'in yaptığı ve ilk 'meraklandırıcı tanıtım filmi' oldukça umut veren cin temalı Türk korku filmi Musallat'ı heyecanla bekliyoruz. Bu arada filmin internet sitesini de yine dostumuz Keremcan'ın ajansı Plan B yapıyormuş. Bugün bir önizleme fırsatım oldu siteyi ve hayran kaldım. Keremcan'dan rica ederek siteden biraz bahsetmek istedim.

Musallat cinli perili bir film olduğu için siteye girerken göreceğiniz ve duyacağınız şeylerin oldukça tedirgin edici olacağını tahmin etmeniz zor olmayacaktır. Site, filmin afişiyle paralel bir tasarımla hazırlanmış giriş sayfasından sonra oldukça başarılı efektlerin uygulandığı güzel ama korkutucu ve dinamik tasarımla açılıyor. Tasarım detaylarını paylasmayacağım ama çok zekice bulduğum bir kaç fikir gördüm ve özellikle de filmle bağlantı kurması açısından çok ilgimi çekti.

Musallat 180 kopyayla Türkiye'de gösterime girerken dünya sinemalarında da aynı anda gösterime giriyormuş 16 Kasım'da. Bu arada bir cinin tasvir edildiği ilk film olarak dünya sinema tarihinde önemli bir yeri olacakmış filmin.

Filmin internet sitesinin tasarımıyla birlikte içerik olarak da tıpkı film gibi Türkiye'de ilk olan bazı uygulamalara imza attığını gördüm ve heyecanlandım. Ana menüde filmin hikayesini, oyuncularını tanıtırken yapım bölümünde filmin konsept tasarımları ve storyboard'ları da bizlerle paylaşılıyor. Hem benim gibi meraklı sinemaseverler, hem de yönetmenliğe, yapımcılığa heves eden gençler için oldukça faydalı olacak bu bölümler.

www.musallat.com adresinde görülebilecek olan site henüz yayında değil ama siteye giderseniz meraklandırıcı tanıtım filmini izleyip korkulara gark olabilirsiniz.

Mevcut sitenin girişi de böyle:



Filmle ilgili bazı bilgiler (basın bülteninden):

• Yapımcılığını Mia Film/Banu Akdeniz’in, yapım ortaklığını Dada Film/Murat Toktamışoğlu’nun üstlendiği Musallat’ın yönetmeni Alper Mestçi.

• 2007 Temmuz ayında Almanya Berlin ve İstanbul Kasımpaşa, Nişantaşı, Beylerbeyi, Ataşehir ve Pirinççi Köy’de çekilen Musallat’ın montaj aşaması sürüyor.

• 16 Kasım 2007 tarihinde 180 kopyayla Türkiye’de vizyona girecek olan Musallat, aynı anda Dünya sinemalarında da gösterime girecek. Musallat,Türk ve Dünya sinemalarında bir cin’in tasvir edilerek Beyazperde’ye yansıtıldığı ilk film olma özelliğini de taşıyor. Musallat, “ilkleri buluşturan” film olarak da Türk Sinema tarihine geçecek. Yapımcı, yönetmen ve başrol oyuncularının ilk sinema filmi olan Musallat’ta, Türk Sineması’nda bugüne kadar hiç denenmemiş görsel efektler, makyaj efektleri ve teknik donanım kullanıldı.

• Makyaj efektlerine Dünyaca ünlü bir isim Ben Nye imza attı. Filmde kullanılan maket bebekler ve oyuncuların makyajları uzun süren çalışmalar sonucu özel olarak dizayn edildi… Yine büyük ilgi uyandıracak filmin görsel efektlerini ise filmin yönetmen yardımcılığını da üstlenen Cem Gül, hazırladı.

• Özgün televizyon projelerinin mimarı olarak tanınan Yönetmen Alper Mestçi de filmin montaj aşamasında bugüne kadar Türkiye’de hiç denenmemiş ses, montaj tekniklerini kullandı.

• Henüz çekim aşamasındayken büyük ses getiren, gerek basının gerekse sinemaseverlerin ilgi odağı olan Musallat’ın vizyona girişi merakla bekleniyor.

20 Ağustos 2007 Pazartesi

Neler olmuş

Son günlerde olan şeylerin kronolojik olmayan özeti.

Fincan kocaman oldu. Enerjisinden bir şey kaybetmedi. Yetişkin kedi bedeninde bir bebek kedi hala.

Nil Avunduk'un kişisel gelişim seminerlerine katılıyorum vakit buldukça.

Olasılıksız adlı bir kitap okudum. Sürükleyici mi sürükleyiciydi. Üç günde biten aksiyon kitapları vardır ya, onun böyle hafiften bilimsel de olanı (teorik anlamda). Benim Turuncu Gün'ü hatırlayan varsa onda yaratmaya çalıştığım kurguya benzer bir kurgusu var.

B sınıfı ehliyetimi A2'yle taçlandırmak, yani motor ehliyeti almak için gerekli yazılı ve uygulamalı sınavları verdikten sonra nihayet Üsküdar Emniyet Müdürlüğü'ne gittik Sadi'yle fakat gerekli evraklarımız tam olmasına ve memur beye ehliyetimi vermeme rağmen nüfus cüzdanım yanımda olmadığı için başvurumu kayda almadılar. Bu arada 4 saatimiz gitti.

Aygül ufak bir kaza geçirdi ve çenesini yardı. Şimdi çok iyi ama korktuk biraz.

Sağlam bir detoks yaptık geçen hafta; sadece sebze suyu içerek gayet mutlu bir şekilde yaşanabileceğini öğrendim.

Cow Parade ineklerinin bazıları özensiz ve aceleyle tasarlanmış, yaptırılmış gibi duruyorlar.

Ortaköy House Cafe'ye gitmeyin, berbat bir servis var. Halbuki Teşvikiye House Cafe öyle mi? Hayır değil. Teşvikiye'ye gelin.

Aygül'e aldığım Lomo makineye el koydum. Hala pek doğru dürüst şeyler çekemiyorum ama bazı işler fena çıkmadı. Flickr'ımdan bakabilirsiniz.



Lomo da neymiş diyenler buradan Lomography'ye gidebilir. Ben şöyle tanımlıyorum; çektiğiniz fotoğrafları 70'lerde çekilmiş gibi gösteren analog makine.

Boss'la Ankara'ya gidip geldik, aman diyim! Bu Boss eski Boss değil. Çok fena olmuş. Bizim Ankara - Malatya yaptığımız Beydağı Turizm'in 90'lardaki hizmet anlayışı bile daha iyiydi. Uzak durmanızda yarar var.

4 Ağustos 2007 Cumartesi

IMA'da İstanbul Sapphire'la "Best In Class" Ödülü Aldık!

Dreambox'ta ilk ayımı doldurdum. Bu arada Aygüller'in nefis işi İstanbul Sapphire harika bir ödülle taçlandırıldı: Interactive Media Awards'ta Best In Class ödülünü aldı! Organizasyona başvuru metnini yazan kişi olarak ben de kendime bir pay çıkarttım hemen bu ödülden. Ayağım uğurlu mu geldi Dreambox'a ne?




www.istanbulsapphire.com

9 Temmuz 2007 Pazartesi

Galata

Selçuk'la cumartesi gezisi yaptık. Turist olalım, fotoğraf çekelim dedik. Odakule'den Tünel'e, oradan da Galata Kulesi'ne yollandık. Kule'ye çıkıp turistlik vazifemizi yerine getirip fotoğraflarımızı çektik. Sonra indik ve Bankalar Caddesi'nden geçip Karaköy'e çıktık. Orada biraz daha dolandıktan sonra Tünel'e binip Tünel'e geri çıktık. Sonra da İstiklal Caddesi'nde dolandık biraz. Urban'da biraları dikiyorduk en son. Bu yorucu ama güzel güne ait üç anı. Asıl güzel fotoğrafları Selçuk çekti.



27 Haziran 2007 Çarşamba

Kristal Elma

Bu akşam 19. Kristal Elma ödül töreni var Parkorman'da. Lancia'nın sponsor olması sebebiyle biraz heyecanlı bir gün. Son dakika ayarlamaları yapıyor, unutulan ayrıntılarla uğraşıyoruz. Hava acaip sıcak olduğu için kokteyl ve yemek sırasında pek içki de içmeyi düşünmüyorum. Gecenin sonuna kadar kalmazam müşterime ayıp olur mu acaba?

Cuma günü annem, babam ve ablam geliyorlar bize. Tabii ki Ayda'yla beraber. Cumartesi akşamı Barış'ın düğünü var, onun için geliyorlar. Pazar da gidecekler sanırım. Pazar akşamı da Temmuz'da Rpm'de yapacağı staj için sevgili kardeşim Selçuk geliyor. Geçen hafta sonu Elif'le Zeynep bizdeydi Bigu Parti için. Fincan mı çekiyor acaba bu misafirleri? Şirinlik yapacağı yeni insanları pek seviyor kerata.

Bu arada kollarım ağrıyor. Powerball diye çok eğlenceli ve yorucu bir minik eksersiz topu aldım. İçinde manuel çalışan ve bilek hareketiyle ivme kazanan bir rotasyon motoru var, iyice havaya girince inanılmaz devir sayılarına ve çok güçlü bir asimetrik ivmeye ulaşabiliyor. Şuradan siz de kendinize sipariş verebilirsiniz.

25 Haziran 2007 Pazartesi

Gelişmeler

2003 Ocak'tan beri çalışmakta olduğum ajansım Rpm Radar'dan ayrılıyorum. Temmuz ayından itibaren karım Aygül'ün yeni mecra bölümünü başarıyla yönettiği iletişim ve tasarım ajansı Dreambox'ta müşteri ilişkileri, yeni projeler ve idareden sorumlu genel müdür yardımcısı olarak göreve başlıyorum. Dreambox ailemizin şirketi oluyor yani :)

İtiraf etmem gerekir ki Rpm'den ayrılmak zor... Öte yandan hayatımın akışında buradan ayrılmam için en doğru zamanın şimdi olduğunu da hissediyorum. Yeni yerimde ve görevimde hem kişisel gelişimim, hem de sektöre katkımın daha büyük olmasını arzuluyorum.

Bundan böyle yalcin(höt)dream-box.tv adresinden ulaşabilirsiniz bana.

4 Haziran 2007 Pazartesi

İtalya, Afganistan

Cumartesi akşamı İtalya Cumhuriyeti'nin 61. yıldönümü sebebiyle Venedik Sarayı'nda verilen resepsiyondaydım. Lancia CEO'su Olivier François da oradaydı ve bu güzel gecede Ypsilon'ların önünde Italian Style etkinliklerinin en önemli ayaklarından birisi olan genç İtalyan modacıların defilesini izledik.



Hava -son günlerdeki aşırı nemi hesaba kattığımızda- çok sıcak olmadığı için de ayrıca çok güzel bir akşam oldu. Eve döndüğümde ben heyecanla tanıştığım önemli kişileri anlatırken beni kapıda karşılayan aşkım Aygül gece boyunca bol bol içtiğim İtalyan şaraplarının hesabını soruyordu.

Gecenin ilginç hikayesi ise ilginç bir karşılaşma sonrası ortaya çıktı. Eski müşterimiz Toyota'nın eski reklam müdürü İpek Doğan da geceye eşi Ömer Bey'le birlikte katılmıştı. Birbirimizi görünce selamlaşmak ve biraz da sohbet etmek için bir araya geldik. Füsun Hanım (bizim ajansın kurucusu ve eski genel müdürü), Michael (IMSG'nin genel müdürü), Ertuğrul (benim grup direktörüm) ve ben İpek Hanım'la konuşurken İpek Hanım o gece orada bulunan kayınvalidesiyle tanıştırdı bizi. Bu muhterem kişinin -ismi Maliha'ydı sanırım- efsanevi Afgan kralı Amanullah'ın kızı olduğunu öğrenmek hepimizi derinden etkiledi. Çok zarif, çok bilgili ve dünya tatlısı bir kadın, filmlerde gördüğüm, başka bir zamana, başka kriterlerde mükemmelliklere ait biri...

Bu tanışmanın ortaya çıkardığı bir diğer öykü de ayrıca güzellik kattı geceye. Ertuğrul konuşulanları ve Afgan kralı Amanullah'ın adını duyunca bir an durakladı ve biz gözlerinin dolduğunu farkettik. Ertuğrul'un şu anda hayatta olmayan annesi meğer 1920'lerin sonunda Afgan sarayında dünyaya gelmiş ve adını da Amanullah koymuş: Begüm. Ertuğrul'un dedesi Afganistan'da görev yapan bir doktor grubunun başındaymış o zamanlar. Yeni kurulmuş bir cumhuriyet olan Türkiye'den Afganistan'a o yıllarda bir çok doktor ve mühendis gitmiş. Ayrıca Amanullah da Atatürk gibi ülkesinde pek çok modern reformu gercekleştiren bir kralmış.

Bu hafta sonu cuma, cumartesi ve pazar günleri Yüzüklerin Efendisi'nin 'extended' versiyonlarını seyrettim peşpeşe.

17 Mayıs 2007 Perşembe

Fincan

Aileciğimize yeni bir üye katıldı. Karşınızda minik Fincan!

15 Nisan 2007 Pazar

Ihlamur Kasrı'nda Bir Sürpriz



Üç dört hafta önce bir pazar sabahı gazete almaya çıkmışken evimizden iki adım uzaklıkta olan Ihlamur Kasrı'na hayatımda ilk defa bir gireyim dedim. Giriş ücreti 1 lira gibi bir şeydi, benim yanımdaki en küçük banknot 10 liraydı. Niye böyle ayrıntıları hatırladığımı bilmiyorum. Cebimde şıngır şıngır bozuk paralarla parkın içlerine doğru ilerlerken çok şaşırtıcı bir alan gördüm.



Böyle yüksekte duran bir alan, şahane bir şekilde çimlendirilmiş ve ortasında da eski bir şadırvan duruyor. Bu eski kuş yalaklarına şadırvan mı deniyordu? Neyse. Tüm simetri beni oldukça etkiledi doğrusu. Yaklaşarak fotoğraf çekmeye başladım.





Fakat, o da nesi?! Bu çim değil plastik bir halıymış. Absürditede son nokta.

27 Mart 2007 Salı

Almanya Seyahati 2

Atatürk Havalimanı Maximum Lounge


Almanya için pasaport kontrolünden geçerken yaşadıklarımı blog yazısı yazmam uğursuz geldi, Almanya'ya girişte de fazla uygun vizem gereksizce uzun incelendi.

Hannover'e indiğimiz andan itibaren mükemmel bir bahar havası bizimleydi.


Ekstra Turizm adlı seyahat acentasının görevlileri bizi yeni model bir Mercedes-Benz S350 ile karşılayınca kalacağımız ev de şato falan olur diye tahmin ettim ama Filistin'li iki kardeşin dairesi, mütevazı bir oğrenci evinden daha fazla olanak sunmuyordu bize. Evin en güzel tarafı neredeyse tüm eşya ve mobilyaların Ikea'dan alınmış olması ve İnci'yle benim bu eşyalara fazlasıyla aşinalık duymamızdı.

Akşamüstü kentin değişik, huzurllu ritmi insanı rahatlatıyordu.


Sokakta ışıklandırılmış cam tuğla banklar.


CeBIT'in yapıldığı Messe fuar alanına tek metroyla gidebiliyorduk ve durak da burnumuzun dibindeydi. Hannover merkeze ise yürüyerek 20-30 dakika mesafedeydik ve hiç taksiye binmeyip bol bol antrenman yaptık. Hannover ufak, sakin ve şirin bir kent. Fazlasıyla derli toplu, yardımsever Türklerle dolu. Örneğin gittiğimiz çok methedilen bir İtalyan lokantasında çalışan Türk kızı garsonumuz, aynı lokantanın mutfağında çalışan diğer Türklerden selamlar getirerek sundu şahane yemeklerimizi. Bir çok dükkanda da kendi kendimize sorduğumuz sorulara kulak kabartıp cevap veren ya da Türk olduğumuzu daha biz konuşmaya başlamadan önce anlayıp bize yardım etmeye koyulan sevimli Hannover Türklerine buradan sevgiler...

Messe kulesi.


Açılıştan kısa bir süre önce koridorlara serilecek halılar hala sıralarını bekliyor.


Fuar alanı gerçekten de devasa bir büyüklükteydi. Tüm o hummalı çalışmalar, insanı fevkalade şaşırtan hızda kuruluveren standlar, arkaplanda kusursuz işleyen altyapı etkileyiciydi. Öte yandan CeBIT'in eski heyecanı kalmamış biz son kullanıcılar için, o da ayrı bir gerçek. Artık en büyük standlar Telekom şirketlerinin ya da bizim adını bile bilmediğimiz bazı teknoloji şirketlerinin.

Kuzey girişindeki bayrak direkleri.


Bizim standın yer aldığı hol.


Hannover'e gelmişken bol bol domuz sosisi yiyip koca koca bardaklarda biralarımızı da içmeyi ihmal letmedik tabii ki. Özellikle son akşam yemeğimizi yediğimiz ve fuarın açılışından bir gün önce olduğu için tıka basa Tayvanlı dolu olan Beergarten'da nefis bölgesel baharatlı sosisler yedik ve lıkır lıkır da bira içtik.

İnci'yle biralarımızı devirirken.


Dört günün sonunda işimizi güzel ve doğru bir şekilde yapmış olmanın tatmini ve sürekli yürümenin verdiği yorgunlukla bitkin bir şekilde ülkemize döndük. Dönüş yolunda yedi şişe içki taşıyarak ayrı bir rekora imza attığım seyahat oldu bu aynı zamanda. Bir de şunu çok iyi öğrendik; Almanya'da yabancı dil bilmeye gerek yok, metro bileti otomatlarında bile Almanca, İngilizce ve Fransızca'nın yanında dördüncü dil olarak Türkçe seçeneği var çünkü!

Batı çıkışından ulaştığımız metro durağında akşam sıkıntısından sanata vurdum kendimi.


Üçüncü günün sonunda bu haldeydim ve fotoyu çekerken gayet normal göründüğümü zannediyordum.

21 Mart 2007 Çarşamba

Akıllı ol YouTube!

Karikatür yine tüm kelimeleri kifayetsiz bırakıyor. Elinize sağlık Selçuk Erdem ve Penguenciler.

12 Mart 2007 Pazartesi

Almanya Seyahati 1

Müşterilerimden AirTies'ın CeBIT 2007 Hannover'deki standının kurulumuyla ilgilenmek için Hannover'e gidiyorum. Bu yazıyı da Atatürk Havalimanı'ndan yazıyorum. Şunu unutmadan yazmak için internetteyim şu anda:

Pasaport kontrolündeyim. Sıra bana geldi ve memur beye pasaportumu ve biniş kartımı uzattım. Geçen ayki İtalya seyahati sırasında aldığım 90 günlük Schengen vizesi geçerliliğini koruduğu için Almanya için ayrıca vize almamıştım. Memur beyin bir miktar kafasının karışmasına sebep oldu bu: "Niye İtalya'dan aldın vizeyi?"

Geçen ay İtalya'ya giderken aldığım vize olduğunu söyledikten sonra da muhtemelen kendi kafa karışıklığını örtbas etmek için bu defa kimliğimi göstermemi rica etti. Elinde tuttuğu pasaportun tüm dünyada kabul gören bir kimlik olması yeterli değildi elbette, ehliyetimi de verdim. Nüfus cüzdanımı sordu. Yanımda olmadığını öğrenince elindeki belgeleri inceleyip şu sonuca karar verdi: "Hiç 30 yaşında göstermiyorsun"

Ben "Maaşallah deyin" diye cevap verdim ve gülümsedim. Daha doğrusu müşterilerimle konuşurken kendimi motive etmek için kullandığım meditasyon gülümsemesini takındım. O sırada kontuara bir memur daha gelmişti, bizimki hemen atıldı; "Mesut, sen de bak allahaşkına, hiç 30 yaşında duruyor mu?" Sonra da benim eğlenmeme şaşırıp "pasaport sırasından böyle keyifle geçen de olmamıştır" diye yaptı bitirişi. İnsanlara işlerini yaptırmak galiba benim mesleğimin tanımı. Bu arada genç göstermemin sırrı olarak da mutllu evliliğimi gerekçe göstererek bir son dakika golü attım istemeden sanırım. En iyi intikam iyi yaşamaktır. İyi yolculuklar Settar.

25 Şubat 2007 Pazar

Cafe Net Programındaki Röportajımın tamamı

Elif'ciğimiz sağolsun Skytürk'te yayınlanan Cafe Net programının tamamını kaydederek Google Video'ya aktarmış. Buyrun izleyin ne cevherler yumurtlamışım.



Bigumigu 1.500'ün üzerinde üyesi ve her gün artan ziyaretçileriyle bizi bile şaşırtan bir büyüklüğe ulaştı.

23 Şubat 2007 Cuma

Bigumigu Skytürk'te 2 - Settar'ın röportajı

24.02.2007 Cumartesi
08:10, 22:40

25.02.2007 Pazar
10:10, 15:20

Skytürk Cafe Net programında Bigumigu'yla ilgili röportajımın izlenebileceği saatler.

19 Şubat 2007 Pazartesi

İtalya

Sabah 5'te kalkıp patronun evine gittim. Şoförü ikimizi de oradan aldı ve 6'da Atatürk Havalimanı'ndaydık. Hayatımın en hızlı çekinini yapıp, ardından da en hızlı güvenlik kontrolünden geçtikten sonra 6.15'te uçuş için hazırdık ve uçuş 8'deydi. Starbucks'ın içilebilecek tek kahvesini, günün filtre kahvesini içip biraz dergi ve gazete karıştırdım. Bu arada yolculuğumuz boyunca bizimle olacak olan müşterilerimizle de muhebbete koyulduk.

Uçağa bindiğimizde memnundum. Koridorda oturuyordum ve koridor tarafında oturmayı severim. Milano'ya inene kadar çok az uyuyup daha çok yanımdaki Wired'ı okudum. Joost'la ilgili 6 sayfalık sağlam bir makale vardı. Milano'ya indiğimizde patron bir tasarımcı dostunun geçen sene Milano Design Week için havalimanına indiklerinde yaptığı espriyi hatırlattı: Welcome to Bulgaria. Biraz basık bir havalimanı gerçekten de. Benim de iyi anılarım yok burada.


Milano'dan Torino'ya -niye Turin deniyor buraya?- geçtiğimiz minibüsün içinde lise yıllarını ve okul servislerimizi hatırladım. Servisin içinde de yerimde oturmaktan sıkılınca arkamı döner, dizlerimin üstünde koltuğa ters oturup arkadakilere laf yetiştirirdim. 1,5 saatlik Torino yolculuğumuzda da bu pozisyonda müşterimizle muhabbet ettim.


Turin Palace oteli eski ve şık bir otelmiş. Girişin yanındaki ana alanı bir müze galerisi gibiydi. Niye fotoğrafını çekmediysem artık? Otel odası da eski ve sakindi. Sevmedim çok odayı. Banyosunda bir ince ruh vardı ama. Beni böyle alıp da çok eski zamanlara götüren...


Armando Testa İtalya'nın en büyük ajansı. Avrupa'da bir çok büyük kentte şubeleri var ama merkezleri Torino'da. Büyük ve şık bir binaları ve ilginç bir lobileri var. Buradan hareket ettiğimiz Fiat Auto binası ise muhtemelen tüm Torino'daki en görkemli kurumsal bina. Büyükçe bir caddenin başında adeta eski çağlardan bir katedral ya da saray gibi yükselen dev kutu yaklaşık 100 yıllık ve endüstri devriminin, çeliğin işlenmesinin, seri üretim çağının başlamasının bir simgesi olarak dikiliyor. Proporsiyonu kafanızda canlandırmanız için bir bilgi: bizim ajansın tamamının kapladığı alanın 8 katı kadar bir lobiye sahip.



Toplantılar uzun fakat keyifliydi. Çıktığımızda akşam olmuştu ve Lancia Design Tour Italy gibi bir adı olan gezici sergiyi gezdik. Sergiden iki not: Aygül'ün Momo Design kaskının turuncusu burada, bir de benim kuşak ve biraz daha üstünden olup da üstten sallanan şu koltuğa bakarak "Emanuel" demeyecek bir babayiğit var mı?





Hemen ardından da yan taraftaki Motor Village da denen Mirafiori'ye, muhtemelen Fiat Auto'nun en büyük sergi salonuna bir uğradık. Dünyanın en güzel otomobili olan Alfa Romeo 8C Competizione'nin cabrio versiyonunu da gördüm burada. Karnım deli gibi acıkmıştı ve bu konuda yalnız değildim. Ganbar ya da Genbar adlı bir kafe-bara uğradık önce. Birer aperatif aldık -ben öglen içtiğime benzer bir beyaz şarap-. Sonra da yemek için Monferrato adlı müthiş lokantaya gittik ve masamıza yerleştik. Yediğim şeyleri ve içtiğimiz şarapları da not almıştım ama buradan yazmak çok acımasızlık olabilir diye onları kendime saklıyorum. Yemeğin en kısa özeti: mükemmeldi.




İki haftalık bir salata-sebze diyetinden sonra yenen bunca yemek ve içilen içkiler gece rahat bir uyku uyutmadılar. Sabahın köründe Milano'ya yola koyulduk. Havalimanında kahvaltı ve Duty Free mağazasından küçük bir alışverişten sonra uçak ve geri dönüş. Bu defa koridorda değilim, biraz sıkıntılıyım.


Tüm seyahatin en keyifli anı: Fiat Auto binasının kocaman bir toplantı odasındayız. Armando Testa ve Lancia'nın üst düzey yöneticileriyle birlikteyiz. Bizim ajansın genel müdürü şu anektodu aktarıyor; Yalçın'ın dedesi Malatya'ya otomobili ilk getiren kişiymiş ve o otomobil bir Fiat'mış. Dönüşte bunu babama anlatmak için sabırsızlanıyorum.


Dedem fotoğrafta en sağdaki