29 Mart 2008 Cumartesi

Alfa Romeo Mi.To - Resmi Blog ve Gelişmeler

Alfa Romeo, Mi.To için her türlü viral yöntemi güzelce uyguluyor. Bu video yeni yayınlanmış. Videoda Mi.To'nun detay hatlarını gizleyen bantlarıyla yaptığı bir orman etabını sanki bir video oyunuymuş gibi izleyebilirsiniz. Mi.To burada gerçekten çok hızlı ve yola hakim bir görüntü çiziyor.



Bu deneme sürüşünü videonun yapımıyla ilgili ayrıca bir video daha yayınlandı:



Mi.To'nun resmi blogu da açıldı. Bu resmi blogda Meet Mi.To adında bir kampanya düzenleniyor. Alfa Romeo, Mi.To'yu dünya basınından da önce bazı hayranlarına gösterip tanıtım yapıyor. Kayıt yaptırıp giriş yaptıktan sonra bu şanslı kişinin neden siz olduğunuzu açıklayan bir kısa metin yazıyor ve kampanyaya katılıyorsunuz. Blogun adresi:

alfamitoblog.it


Bu da kampanyanın tanıtım videosu:



Bu videoda da Alfa Romeo pazarlama direktörü Sergio Cravero Mi.To isminin nasıl koyulduğunu anlatıyor:



Videoların İngilizce versiyonlarını koymak yerine sadece altyazıyla yetinmeleri oldukça zekice bir hareket olmuş. Fiat 500 lansmanını takip eden (aslında Grande Punto'yla başlamış olan) bu yeni dönemde Fiat Grubu (Fiat, Alfa Romeo, Lancia, Maserati ve Ferrari) daha önce hiç olmadığı kadar İtalyan kimliğiyle hareket edecek artık. İtalya'nın en büyük halkla ilişkiler ajansı Karla Otto'dan bir arkadaşım da bu eğilimi doğruluyor.

20 Mart 2008 Perşembe

Yaşlılar Haftası

18-24 Mart haftası yaşlılar haftasıymış. Bununla ilgili bazı bez afişler hazırlanmış ve yol kenarlarına asılmış (Barbaros ve Büyükdere caddelerinde gördüm). Trafikte mesajı okuyamadım tam olarak ama yaşlılardan, huzurevlerinden bahseden kısa bir metin ve galiba bir de yaşlı insan silüeti vardı bez afişte. Beyaz üzerine kırmızı basılmış. Kimbilir ne iyi niyetlerle düşünülmüştür. Fakat baskı malzemesinin suya dayanıklı olmaması ve son günlerde şakır şakır yağan yağmur bir araya gelince bu yaşlılar haftası bez afişlerinin üzerindeki metinlerin boyaları akmış. Kırmızı yazılardan boya akınca kan gibi göründüğü için gotik ve grotesk bir hale bürünmüş afişler. Sanki bu yaşlılar haftasında yaşlılar intikam alacaklarını duyuruyorlar gibi. Sanki kendimizden çok uzakta sanarak dışsallaştırdığımız yaşlılık, ona sevimli görünmek için düzenlediğimiz bir haftalık sahte ilgiyi yutmamış da ikiyüzlülüğümüzü yüzümüze vuruyor gibi.

17 Mart 2008 Pazartesi

Alfa Romeo Mi.To

Fiat 500 Türkiye'ye ne zaman gelecek diye beklerken (bakınız 500'le ilgili yazım) bu defa başka bir heyecan verici İtalyan miniği kalbimi şimdiden çalmış durumda.



Alfa Romeo'nun B segmentine bomba gibi bir giriş yapacağını bir süredir biliyor ve bekliyorduk. Fakat karşı karşıya kalacağımız modelin bu kadar etkileyici olacağını kimse beklemiyordu bence.

Alfa'nın 159'u premium sedanlar arasında mükemmel orantısı ve harikulade tasarımıyla o kadar güzel bir araç olarak öne çıkıyordu ki, daha önce 145'i lanse ederken yaptıkları gibi yeni B segmenti modeli de 159'un tasarım detaylarını kullanarak şekillendireceklerini düşünüyordum. Aşağıda da görebileceğiniz gibi 145 tam bir kardeşi gibidir 155'in.



Fakat Alfa Romeo tasarımcıları tam anlamıyla sağ gösterip sol vurmuşlar ve 159'u değil, 8c Competizione'yi baz almışlar.

Burada durup 8c'den bahsedelim biraz. 8c, Alfa'nın gösteriş için ürettiği, sporcu genlerini vurgulayan retro tasarımlı bir süper spor otomobil konseptiydi. Fakat o kadar çok beğenildi ki, akıllı Alfa Romeo yöneticileri planlanmamış olmasına rağmen bu aracın seri üretimine kadar verdiler. Alfa Romeo 8c Competizione sınırlı sayıda üretilecek ve satılacak. Ferrari'lerin modern sporcu görüntüsünün aksine eski egzotik otomobillere bir saygı duruşu niteliğindeki 8c'nin Spider modelini İtalya'da, Turin'de Cenova 2008 fuarındaki dünya lansmanından önce yakından görmüş ve fotoğrafa aktaramadığım güzelliği karşısında büyülenmiştim.




İşte geçtiğimiz hafta resmi olarak duyurulan Alfa Romeo Mi.To da hatlarını, far ve stop lambası detaylarını, burnunu, kısaca tasarım olarak ruhunu abisi 159'dan değil, egzotik kuzeni 8c Competizione'den almış. Stoplardaki LED detayı otomobile çok yakışmış. Aracın arkasının yeni Fiat Bravo'yu da andırdığını söyleyebiliriz.

Şimdilik Fiat ailesinden motorlar kullanacağını, 90 ila 155 hp gücü arasında seçenekler olacağını biliyoruz. Boyutlar Fiat Grande Punto'ya çok yakın.

B segmenti olarak geçse de bebek Alfa'nın tıpkı Mini gibi fiyatlandırılacağını tahmin etmek zor değil.





14 Mart 2008 Cuma

Kablosuz Kulaklıklar

Kasım sonundan beri oldukça düzenli bir spor hayatım var. Haftada üç dört kez üye olduğum salonumu ziyaret ediyorum artık. Ağırlık çalışmalarım çok zevkli geçiyor, kardiyo günümde 40 dakika kadar koşabiliyorum.

Koşarken müzikle motive olmak ve daha bir şevkle gaza gelebilmek adına iPod Mini'mi aldım geçen ay yanıma bir kardiyo gününde (evet, iPod Mini kullanan birileri var hala). Daft Punk'ın konser kaydını dinliyordum. Geçen yaz Kuruçeşme Arena'daki inanılmaz muhteşem konserle aynı şarkılar... Fakat beklediğimden daha çok gaza gelip koşu bandında coşunca iki üç kez elim kulaklık kablosuna takıldı ve küçük bir tuğla ağırlığındaki iPod Mini'm banta düşüp kayan bantın ivmesiyle arkaya fırladı. Gerçekten seyretmesi komik bir durumdu. Alete hiçbir şey olmadı ama tam havaya girmişken bu şekilde durmak zorunda kalmak oldukça sinir bozucuydu. Ben de koşarken müzik dinlemekten vazgeçtim.

Fakat bir yandan da aklım yine durmadan çalışıyordu: Niye cep telefonları için bluetooth kulaklıklar bu kadar çok ve ucuzken iPod ve benzeri ürünler için de geliştirmiyorlar şu kablosuz kulaklık teknolojisini?

Konuyu açtığım kişiler telefon görüşmelerinde ses kalitesinin müzik dinlerken ihtiyaç duyduğumuzdan çok daha düşük olduğunu, CD kalitesinde ya da ona yakın ses kalitesinde müziği kablosuz olarak minik kulaklıklara transfer etmek için mavidiş teknolojisinin yetersiz kaldığını söylediler. Ben de boynumu büküp hayal kurmaya devam ettim.

Ta ki bu ay Wired'da fetiş sayfasında Sennheiser MX W1'i görünceye kadar. Şu anda iPod'umla kullandığım iki kulaklığım da (birisi günlük kullanım için kulak içi olanlardan, diğeri yastıklı daha büyük tiplerden) Sennheiser olduğu için hayalimdeki ürünü de bu markanın üretmiş olmasına ayrıca sevindim.



Sennheiser MX W1 bir kablosuz kulaklık. Sistemin iPod'a takılan kibrit kutusu ebatlarındaki göndericisi, Kleer adı verilen yeni bir veri gönderim protokolüyle saniyede 2,37 megabaytlık sıkıştırılmamış veriyi 9 metre civarında bir mesafede (30 feet) kulaklıklara iletebiliyor. Bu vericiyi evde fişe takıyorsunuz ve sonra kulaklıkları da bu vericiye takıp şarj edebiliyorsunuz. Vericinin kulaklıkları tam şarj etme süresi 15 dakika. Bir depoyla 3 kez kulaklık doldurabiliyor. Kulaklıkların pilleri de yaklaşık 5 saat dayanabiliyor.



Vericiyi müzikçalarınıza sabitleyebilmeniz için ufak bir şerit de paketle birlikte geliyor.



Ürünün ABD fiyatı 600 dolar (Amazon'da 550'ye bulunuyor galiba). Birinci jenerasyonuna sahip olmak için oldukça pahalı fakat kısa sürede daha uygun olanları da pazarda göreceğimiz bir gerçek.


Dış Bağlantılar:
Ürünün resmi sitesi
Sennheiser'in basın bülteni
Ürün incelemesi videosu (CNet)

12 Mart 2008 Çarşamba

Karlı Günleri Unuttum

Daha bir ay önce, nefis bir kar altında kaldığında İstanbul, gece karın yağışını seyretmekten uyuyamadığım bir cuma gecesi çekmiştim bu fotoğrafı. Şimdi hatırlamıyorum o günleri. Uzak bir geçmiş gibi geliyor.

Fincan'dan Haberler


Fincan kızımız pek uslu bugünlerde. Yeni oyunları: ben sabah giyinirken kapağı açık görürse atlayıp dolaba girmek ve saklanmak; bir de giriş koridorunda yürürken yerdeki gölgemi takip etmek. Bu arada minik fare oyuncaklarıyla tepişip sonra onları yemeye de devam ediyor. Geçen gün bir tanesini kustu yeni yediği mamasıyla birlikte.

Annesiyle dün tırnaklarını kestik (daha doğrusu Aygül kesti, ben de sonradan yanına gelip cesaretini takdir ettim). Tırnakları uzuyunca perdelere tırmanmayı seviyor Finç Hanım, bu yüzden düzenli olarak kesiyoruz tırnaklarını.

Dün doğum günüydü Fincan'ın. Artık bir yaşında ve bebekliğindeki kadar yaramaz ve meraklı da olsa uykuya düşkünlüğü yetişkin bir kedininki kadar çok artık.

7 Mart 2008 Cuma

Hava

Geçen gün, yani geçtiğimiz haftanın ılık günlerinden birinde, akşam işten çıktım ve çok nefis bir hissiyatın içinde buldum kendimi. Serin mi değil mi belli olmayan bir akşam havası. Dolmuş beklerken, havanın ne sıcak, ne soğuk olması durumunun çok ilginç bir durum olduğunu anladım bir an. Etrafımın varlığını hissedemedim adeta. Boşlukta ve her yerde gibi hissettim. Varlığımın özünü kavramanın aslında ne kadar kolay olduğunu farkettim. Varlığıma ve evrene şükrettim.

Bahar geliyor, değişimi müjdeliyor. Hiçbir şey aynı kalmıyor. Her şey ne kadar güzel.