17 Ekim 2010 Pazar

Avrasya 2010 Sonucu



En büyük korkularımdan biri başıma geldi. 15 km koşunun ortasında, 8,5 km civarında, sol dizim arıza yaptı ve koşamaz hale geldim. Yarışın son 70-80 dakikasını hızlı bir yürüyüş temposunda topallayarak bitirdim. Şu anda kendime söz verdiğim şampanyamı içerek yazıyorum bunları, gün boyunca düşündüğüm şeyleri ve koşuyu aktarmaya çalışacağım.

Geceden epey erken tamamladım hazırlıklarımı ama heyecandan yine erken yatma planım suya düştü. Sabah 6'da kalktım. Yer fıstığı ve fındık ezmeli bir büyük dilim ekmekle kahvemi içtim, yanıma da bir muz aldım. Havanın güzel olacağını tahmin ediyordum ama yine de ne olur ne olmaz diyerek jumbo boy bir çöp poşetinin tepesini kafam geçecek kadar yırtıp yanıma aldım.

6.30'da evden çıktım, Taksim AKM'ye geldiğimde 7 civarıydı. AKM'nin yanındaki otoparka parkedip atletler için hazırlanmış otobüslerden bir tanesine binmem 10 dakika bile sürmedi. Yanımda getirdiğim muzu o sırada yedim. Köprünün Anadolu tarafına geldiğimizde hava iyice aydınlanmıştı ve gökyüzünde bulut görünmüyordu. Yine de sabah serinliği devam ettiği için çöp poşetimi kafamdan geçirip vücut ısımı kontrollü tutmak istedim. Evden çıkmadan önce 2 kere tuvalete çıkmıştım ama seyyar tuvaletleri de bir kez kullandım (bunları gereksiz detaylar olarak görmeyin, bu bilgileri ben daha önce hiçbir yerde okuyamadım, okuyabilseydim mutlu olurdum).

Geçen yılki gibi bu yıl da Türk kadar, belki daha çok yabancı sporcu vardı etrafta. Havanın açması birazcık moralimi bozdu. Yağmur koşarken sevmediğim bir şey ama güneşin de son düzlükte gözüme girmesinin performansımı düşürmesini istemiyordum ve güneş gözlüğüm yoktu.

Kendimi müthiş enerjik ve iyi hissediyordum. Rahat bir şekilde esneme hareketlerimi tamamladım. Uzun bir ısınma ve esneme süreci, bu tip bir spor aktivitesinden önce kas sorunları yaşamamak için çok önemli ve ben bu süreci gayet güzel atlattım. Startta epey önde yerimi alıp startın verilmesini beklemeye başladığımda starta daha 45 dakika vardı. Sanırım daha sonra patlayacak olan dizim için ilk sorun burada çıktı. Sakat dizlerimin sevmediği iki şey, çok uzun süre oturmak ve çok uzun süre ayakta durmak.

Startta önde yer almanın bir getirisi olarak belediye başkanımız Kadir Topbaş'ı ve elindeki start tabancasını yakından görebildim. Bu arada benimle birlikte öndeki sırada yer alan atletler arasında kısacık boyu, kocaman sakalı ve hiç bitmeyen muhabbetiyle 50 yaşlarında bir amca da vardı. Geçen yılki koşuda finişe 100 metre kala yerde takla atarken gördüğüm sakallı amcanın çakması sandığım bu beyefendi, meğer o taklacı amcanın ta kendisiymiş. Yarışın ortalarında ben topal güvercin olark sekerken amca yanımdan geçerken gördüm ki, gaza getirildikçe aralarda da habire takla atıyormuş kendisi.

Start verildiğinde konsantrasyonumu gaza gelip çok hızlı koşmamak, uygun bir ritim bulmak üzere yoğunlaştırmıştım. Niteki yarış başında da nefesim de ritmim de iyi durumdaydı. Etrafımdaki sporculara ve hızlarına bakarak hiç fena bir ritim tutturmadığımı da görebiliyordum. Köprünün sonunda fazla yorgunluk, daha doğrusu fazla yüksek nabız belirtileri gösterdiğimi farkederek istemeden de olsa ritmimi düşürdüm. Normalde bu hızda bu kadar yükselmesi normal değildi nabzımın ama köprünün ortasına gelirken ve Yıldız ayrımına ytaklaşırken karşımıza çıkan rampalar nabzımı yükseltmişti muhtemelen.

Yıldız tırmanışında sabit bir hızı tutturdum. Bu arada çişim de geldi ve etraftaki yeşillik alanlara çıkarak işeyen sporculara imrenerek baktım, çünkü çiş molası vermeyi düşünmüyordum. Barbaros Caddesi'ne çıkınca çok rahatlayacağımı düşünmüştüm ama burada da dalağım hafif hafif ağrımaya başladı. Buna rağmen iyi bir hızda indim ki, geçen yıl vakit kaybettiğim noktalardan biri olmuştu bu iniş. Dizlerime güvenmediğim için çok kontrollü inmiştim. Meğer bunca antremandan sonra hala yokuş inmek dizlerim için pek iyi sonuçlar doğurmuyormuş.

Sahile indikten sonra ilk su istasyonunda bir su aldım. Nedense koşu başından beri henüz yeterince keyif almamıştım. Genellikle koşularımda 10-15 dakika civarlarında endorfini basmaya başlar vücudum ve müthiş bir keyifle koşarım. Şimdi 5km, 6km bitmişti; düzlükteydim. Koşması zevkli mahallelerdeydim (gölge) ama yine de bir şekilde çok keyifli değildim. Niyeyse, yarışı bitirememe endişesi hala içimdeydi.

8km noktasından geçerken dalak, nabız, hepsi bir düzene girdiler. Artık antremanlardaki halime dönmüştüm ve tamamen kontrol bendeydi. Arada birilerini geçerken hızımı çok yüksek şekilde arttırıp sonra yine normal ritmime dönebiliyordum mesela. İlk sinyal de tam bu sırada geldi. Tam olarak neredeydim bilmiyoru ama Karaköy civarlarıydı. Dizimde acıyı çok hafif hissettim. Bu anda aklıma aynı anda iki şey geldi: "Bu kadarcık acıdan bir şey olmaz ve yarışı istediğim tempoda bitirebilirim", ve "Bu acı hiçbir zaman başladığı kadarla kalmadı".

Kısacık bir süre içinde acı arttı ve koşu adımlarımı imkansız hale getirdi. Yürüyüşe geçtim. Bu çok ama çok büyük bir hayal kırıklığıydı. Bu kadar önem verdiğim bir koşuda yürüşüye geçmek, yeterince hazır olmamanın, kendi bedenini tanımamanın, zayıflığın bir göstergesiydi ve kendimi çok kötü hissettim. Biraz yürüyüp koşmaya devam edecektim ki, dizim net bir şekilde bugün daha fazla koşamayacağımı bana bildirdi. Ne yapacağımı bilmeden yeniden yürüyüşe geçtim. Yarışım bundan sonrasını saçma bir yürüme-topallama süreciyle 1 saati aşkım bir süre daha sürünerek geçirmeye o anda karar verdim diyemem. Fakat yarışı ne olursa olsun yarıda bırakmayacağıma karar vermiştim.

Galata köprüsünden geçerken ve ondan sonraki yarım saatte yüzlerce kişinin beni geçmesini izledim. Burada biraz daha kişisel düşüncelerimi paylaşmam uygun olacak. 15km koşusu, hele de geçen sene yaptığım bir süre olması açısından ne kadar kendimle yarış gibi görünse de, herhangi bir spordan farklı olmayarak aslında bir rekabet içeriyor benim için. Bu rekabet duygusu, 10km'den sonra biten enerjinizi de tetiklemenizin en iyi yolu zaten. Birilerini geçmek, birilerine geçilmemek, insanın hiç gücünün kalmadığını zannettiği noktalarda adrenalin patlamaları yaratabilmek için çok faydalı. Ben de bu masum koşuda gayet rekabetçi, kendi boy/kilo oranımda gördüğüm ve elit atlet olmadığına kanaat getirdiğim herkesi potansiyel rakibim olarak görüyordum.

Şimdi bu zihniyeti müthiş bir fizik kondüsyonu ile birleştirin. Gerçekten de lise yıllarımın kondüsyonuna sahip durumdayım, üstelik çok daha güçlü bir bedenle. Fakat yarışın yarısından itibaren sürekli yanımdan birileri beni geçti. Başta rakip sayabileceğim kişiler, sonlara doğru hımbıllar, amatörler, tekerlekli sandalyeliler, bir kör koşucu; kısaca bana "yenildiğimi" hissettirecek herkes yanımdan geçip gitti.

Bir moral bozucu durumda şuydu; geçen yılki koşuda en sevdiğim şey seyirci desteğiydi. Hiç tanımadığınız insanların sizi motive etmeye çalışmaları gerçekten çok duygusal bir olay. Bu yıl seyirciler bana "haydi haydi" derken, kendimi gerçekten çok aciz hissettim. Çünkü onlar yorgunluktan yavaşladığımı sanıyorlardı ama ben yorgunluk bir tarafa, bomba gibi bir enerjiyle sakat bir dize yapıştırılmış durumdaydım. Bu da, Adım Adım organizasyonunu ve onların destek olduğu tekerlekli sandalyeli sporcuları da epey düşündüm. Adım Adım, koşarak bağış toplayan ve bu sayede engelli kişilere tekerlekli sandalye alınması gibi konularda destek olan bir organizasyon. Avrasya'da da Adım Adımcıları bol bol gördüm, bir kısmı da tekerlekli sandalye ile koşuya katılmış ama yeterli gücü olmayan heveslileri ellerinden tutarak koşuya dahil olmalarını sağlıyorlardı. Bu görüntüyü ilk görmediğimde, engelli kişiye engelli olduğunun daha çok yüzüne vurulması olarak değerlendirdiğim sahneyi şimdi daha farklı bir bakış açısıyla ele alıyorum.

Aklımdan geçenlerden biri de, onca izleyenin, aslında tembel bir pislik olduğum için yavaşladığımı düşünmemeleri için daha abartılı bir topallama tuttursam mı, yoksa dışımda olup bitenleri tamamen boşverip, tamamen kendi koşuma (yürüyüşüme) odaklansam mı sorusuydu. Pozculuğun asla tatmin getirmediğini çok önce keşfettiğimden, abartılı topallamayı boşverdim. Yine de seyircilerin yoğun olduğu noktalarda sakatladığım için yavaşladığım anlaşılsın diye daha fazla zorlayarak hızımı arttırmış olabilirim (sanırım yine sınıfta kaldım).

Gülhane Parkı'nın içinde, insanlar son yokuşta güçlerinin son aşamalarını ter içinde kullanırken benim terim çoktan kurumuş, nefeslerim gayet düzenli, parkın yüksek ağaçlarına ve o ağaçlardan sızan güneş ışınlarına bakıyordum. Sultanahmet'e vardığımızda seyirciler artık iyice konuya odaklılardı, bir kişi pişik olup olmadığımı sordu, sorunun dizim olduğunu söyleyince "koşma" dedi, içimden teşekkür ettim bu öneriye. Başka bir seyirci de yarış sonunda mutlaka masaja gitmem konusunda telkine bulunuyordu, ona da eyvallah anlamında olduğuna inandığım bir işaret yaptım. Son 50 metrede yanımdan geçen bir delikanlı dönerek beni motive etmeye çalıştı yine, ona da sorunun dizimde olduğunu açıklamak zorunda kaldım. Bu arada koşmamıştım ama 6-7km boyunca saçma bir yürüyüş ritmiyle topallamak, sağ ayağamı ve bacağımı epey zorlamıştı.

Koşu biterken süreyi gördüm, 1 saat 50 küsür dakika. Üzüldüm ama güldüm de. Geçen yıldan çok daha iyi bir dereceyi hedeflerken, olabilecek en kötü durumda ne sürede koşabileceğimi görmüş oldum bu yıl.

Sonuç? Her şeye değerdi. Tüm o zavallı dakikalar, sürünmeler... Birlikte koştuğum onca milletten insanla aynı amaç için, sadece ilerlemek için bunları yaşamak... Çok güzeldi. Eve döüşte biraz sorun yaşasam da 12.30 civarı eve ulaşmıştım ve duşumu alıp karımın beni karşıladığı "anne böreği" ve çayla kendimi huzurlu pazarın kollarında dinlenmeye verdim. Bir Avrasya da böyle sona erdi.

Derece bilgilerim:



12 Ekim 2010 Salı

15 km Antremanı

Geçen hafta çarşamba akşamı (6 Ekim 2010) bantta hiç durmadan 15 km'yi tamamlamayı başardım. Süreleri 5 km'lik dilimlerle aklımda tutmaya çalıştım ama ne yazık ki bu yazıyı yazana kadar uçtular aklımdan. Toplamda 1 saat 22 dakika gibi bir zamanda koştum.

Koşu boyunca nabzımın hiç durma ihtiyacı hissedecek kadar yükselmemesi oldukça güzeldi. Antreman sonunda uzun bir esneme çalışması yaptım. Eve geldiğimdeyse, yemek bile yiyemeyecek kadar bitap düşmüştüm. Aşırı yorgunluk gerçekten insanı çok yıpratabiliyor. Duşta durup dururken ağlayacak gibi oldum. Yemekten sonra birazcık kendime geldim. Ertesi günse, bütün gün hayalet gibiydim.

Hafta sonu havanın soğuk olmasını da kendi kendime bahane ederek dışarıda bir antreman yapmadım. Bu hafta sadece 1 antreman daha yapıp çalışmaları tamamlamayı düşünüyorum. Yarın 10 km'yi tempolu bir şekilde koşacağım. Bugün ve perşembe de cross training aletinde 20 dakika yüksek tempoda çalışabilirim.

Dizler iyi, ayaklarda bir yara yok. Hava durumunda bir değişiklik olmazsa hafif serin ve yağışlı olacak yarış günü. Güneşli olmasındansa bulutlu havayı tercih ederim ama yağmur yağarsa koşmak zor olabilir.