28 Haziran 2006 Çarşamba

sakin bir öğlen

Bugün öğle saatleri yaklaştığında gafil avlandığımın farkına vardım. Kimseyle bir öğle yemeği planım olmadığı gibi işler de tam gün ortası rehavetinde beni serbest bıraktı. Sakin ve esnek bir 'parkta kitap okuma' günü olabilirdi yani aslında bugün. Fakat ne yazık ki sabah işe gelirken yanıma aldığım çantama kitabımı koymayı akıl etmemiştim ve bu sıcak ve durağan öğlende ne yapacağımı bilemeden indim Beşiktaş'a.

Akaretler'den sahil yoluna inip durakların önünden geçerek çarşı içine doğru saptım ve Morgül Büfe'den tost alıp Cami'nin yanındaki -Beşiktaş Çarşısı'nın da arkasındaki diyebiliriz- çay bahçesine oturup Kabalcı'dan aldığım Penguen'i okudum. Bir çay 75 kuruş olmuş bu arada çay bahçesinde. Bu çay bahçesine kendi aramızda kuşlu bahçe adını takmıştık biz. Kuş gribi hezeyanı sırasında meydandaki güvercinler birden havalandığında uçuşan tüyler üstümüze gelecek ve bize virus bulaştıracak diye yarı sahte bir panikle tedirgin tedirgin çay içtik kış boyunca burada.

Neyse işte, oturdum tüm dergiyi okudum tostumu ve dürümümü yiyip iki de çay içerek. Evet bir de dürüm almıştım Morgül'den ama başta utandım söylemeye. Sonra Cenk, Gürkan ve Burak geldiler. Ajanstan operatör arkadaşlarım. Çaylarımı ödeyip onların masasında oturdum biraz da. Daha sonra da gevrek gevrek yürüyerek işe geri döndüm.

Tüm öğlenin en ilginç noktası Penguen'in parasını ödeyip Kabalcı'dan çıkmaktayken aklımda canlanan bir soruydu. Yanımda defterim ve kalemim olmasına rağmen tek başıma geçireceğim bir öğlen arasında kendi düşüncelerimle kalmak ve not almak ya da iki satır bir şeyler yazmak yerine neden özellikle başkalarının yazdıklarını okuyarak dağıtmak istedim kafamı?

2 yorum:

  1. sakin bir öğleni yorulmaktansa dinlenerek geçirebilmek için olmasın sakın?

    YanıtlaSil
  2. Haklısın. Aslında bu kadar basit :)

    YanıtlaSil