21 Mayıs 2006 Pazar

Üç günlük tatil

19 Mayıs günü bir sürpriz oldu ve normalde işe gitmesi gereken Aygül bu mesuliyetten kurtuldu ve bu sayede sabah evde biraz oyalandıktan sonra Ortaköy'e House Cafe'ye kahvaltıya gittik. Her ikimiz de favori sandviçimiz olan fesleğen ve zeytin ezmeli mozarellalı sandviçlerimizi yedik. Sonra stres yapıp daha fazla gezmek yerine eve dönmeye karar verdik ve evde öğleden sonra uyku keyfi yaptık. Uykumuzu aldıktan sonra G-Mall'daki Bonus Cinecity sinemasına gidip Da Vinci Şifresi'ni seyrettik. Kitaba kıyasla daha zayıf bir içeriği vardı filmin. Kitapta tarih, sanat ve simgebilim hakkında bilgi yağmuruna tutulurken öyle büyük bir heyecan yaşamıştım ki, filmde bu heyecana ne yazık ki yaklaşamadım. Cuma akşamı yemekte de körpe ıspanak kavurdum, pek leziz oldu. Ispanaklar ızgara balıkların (sarı kanat) yanında güzel gittiler. Ne zamandır rakı da içmemiştim, o da iyi geldi.

Cumartesi günü yine G-Mall'a, bu sefer Mi-3, yani Görevimiz tehlike 3'ü görmeye gittik. Beklentilerimi tam karşılayan harala gürele dolu bir aksiyondu doğrusu. Tom Cruise'un bir zombie olduğunu da görmüş olduk böylece; adam her filmde daha da gençleşiyor. Filmden sonra çıkıp Taksim'e yürüdük.
Oradan Cihangir'e doğru meylettik ve ne zamandır gitmediğim 5. Kat'a bir uğradık. 5. Kat'ta müthiş bir hava ve harika bir manzara eşliğinde karnımızı doyurup biralarımızı içtik. 360 ya da Leb-i Derya'dansa 5. Kat'ın boğaz manzarasını her zaman tercih ederim. Sonra eve gelip yine biraz uyku yaptık ve akşam da Batuhan ve Ece konuğumuz oldular, hep birlikte Eurovision finalini seyrettik. Finlandiyalı Lordi'nin Hard Rock Hallelujah şarkısının birinci olabileceğini hepimiz tahmin ettiğimizden sonuçtan da memnun kaldık.

Bugün üç günlük tatilin son günüydü ve Vogue'daki brunch'tan sonra eve gelerek pineklemeye başladık. Bu arada Vogue'a son brunch'a gidişimizde iyi vakit geçirmiştik ama bu sefer etrafta o kadar çok çocuk vardı ki, bir daha pazar günümü daha sakin bir ortamda değerlendirmek isterim sanırım. Son haber, Trin'in (otomobilimin adının Trin olduğunu bilmeyen var mı?) aküsü bitmiş. Cuma günü Ortaköy dönüşünde park ettikten sonra farları açık bırakmışım. Bir şarj kablosu bulup takviye yapmak istiyorum.

19 Mayıs 2006 Cuma

Prag'dan bir video

Prag'ın meşhur saat kulesinin küçük gösterisini filme alıp Youtube'a koydum. 12 havarinin arka arkaya kendilerini gösterdikleri bu eski saat kulesinin başında her saat başı benim gibi bir çok turist birikip eski mekanik gösterini bir kez daha hayat bulmasını bekliyor.



Faruk'un yorumda rica ettiği sorulara cevap vereyim. Yiyecek kültürlerinin temelini çok ucuz olan et oluşturuyor. Dana eti az tüketiliyor olmasına rağmen çok ucuz. Meze olarak yedikleri bir çok yemek de mantar, patates ve et kökenli. Sabah kahvaltı kültürlerinde kendilerine has bir tadları ya da alışkanlıkları bildiğim kadarıyla yok ama hem anglo-sakson hem de slav kültürlerin bir çok ortak özelliğini görebiliyorsunuz. Ben büyük bir otelde kaldığım için kahvaltılar fazlasıyla batılıydı: beykınlar (domuz pastırması), çırpılmış yumurta vb. Çek Cumhuriyeti dünyanın en çok bira üreten ve tüketen ülkesiymiş aynı zamanda. Bildiğimiz çay ve kahve dışında bira gerçekten çok tüketiliyor. Bir de özel likörleri var.

13 Mayıs 2006 Cumartesi

Prag Dönüşü





Prag gezisiyle ilgili iki satır yazamadan yine yollardayım. Canım ablamın sesi dün telefonda iyi gelmiyordu ve anneler gününü de bahane edere 24 saatlik bir Ankara turu yapayım dedim. Aslında benim aklımdan "keşke yapabilsem" diye geçmisti bu Ankara ziyareti çünkü Prag sonrası feci şekilde yorgunum fakat Aygül sağolsun otomobil kullanmama konusunda beni ikna etti ve otobüsle pıt diye gidip gelirsin diyerek verdiği cesaretle benim bu yolculuğa çıkmama sebep oldu.

Varan'ın Asteknoloji markalı kablosuz ağı sağolsun, şu anda otobüsten bu satırları yükleyebiliyorum. Prag gezisinden özet olarak dört fotoğraf seçtim. Benim görüldüğüm foto, Charles Köprüsü'nün önünde. Arkada kale ve katedral de görülebiliyor.

ikinci ve üçüncü görseller St. Nicholas Kilisesi'ne ait. Eski Prag'a hakim olan Barok mimarinin doruğu olarak kabul ediliyormuş bu kilise. Kilisenin içerisindeki atmosfer gerçekten çok etkileyici. Koskoca katedralde bile bu kadar etkilenmedim.

Son foto da meşhur şehir meydanında astrolojik saat kulesini arkanıza aldığınızda karşınızda duran iki kuleye ait.

Prag'a ikinci defa gidiyor olmanın da avantajıyla toplantı ve resmi gezilerin olmadığı tüm zamanlarımda yürüyerek şehrin altını üstüne getirdim. Bitkinim ama çok mutluyum.

6 Mayıs 2006 Cumartesi

Praha

Çocukken ve ilk gençliğimde, artık hangi kitaptan ya da filmden etkilendiysem hatırlamıyorum, dünyada iki yeri görmek benim için çok önemliydi. Bu yerlerden birincisi Marakeş, ikincisi de Prag'dı. Marakeş'i Alfred Hitchcock'un muhteşem filmi "the Man Who New Too Much - Çok Şey Bilen Adam" yüzünden görmek istiyordum, şimdi hatırladım. Filmin Marakeş'te geçen bölümünden çok etkilenmiştim.

1999 yazında finaller bitmiş ve ben Malatya'ya ailemin yanına dönmüştüm. İşlerde babama yardım ettiğim zamanlardı. Tabii fiziksel olarak 22 yaşında, kafa olarak 13 yaşında bir oğul ne kadar yardımcı olabilirse o kadar yardım edebiliyordum. Babamın evrakları arasında gördüğüm, onun muhtemelen önemsemediği, benimse gözlerimi ışıldatan bir dosya o yaz hayallerimin kenti Prag'ı görebilmemi sağlayan şeydi.

Magneti Marelli madeni yağlarının yetkili satıcılar (bayii yerine böyle deniyor artık) toplantısı Prag'da yapılıyordu ve bizim şirketi temsilen de ben katıldım bu toplantıya. Gezi çok kötüydü. Birlikte gittiğim grup özellikle o yıllardaki kafa yapıma hiç uymayan bir gruptu, vaktimin çoğunda yalnızdım, bir de üstüne üstlük çok yüksek ateşli bir grip geçirdim seyahatim sırasında. Ateşim yükseldiğinde burnum anlamsızca hassaslaşır ve her bir minik koku detayı beynimin içine gelip yapışır adeta. Prag'a dair hatırladığım en önemli şey de kentin küflü kokusudur bu yüzden.

Yıl 2006. Pazartesi günü yine bir yetkili satıcılar toplantısına katılmak için Prag'a gidiyorum. Sanki yarım kalmış bir işim varmış bu kentle, onu bitirecekmişim gibi hissediyorum. Prag beni tekrar çağırıyor. 7 yıl önceki seyahatimde Özden'in SLR fotoğraf makinesini almıştım yanıma. Bu sefer kendi makinemle nasıl fotoğrafla çekeceğim bakalım.

Bu arada Malatya'da geçirdiğim 1,5 gün de tam anlamıyla hayal gibi geçti. Yoğun bir duygu, hatıra ve iletişim yumağı yüksek oranda sıkıştırılmış şekilde bünyeme zerkedildi. Çocukluğumun geçtiği arka bahçemiz, büyüdüğüm oda, yıllardır görmediğim amcalar, teyzeler... Haziran'da daha sakin bir ortamda tekrar gitmek istiyorum Malatya'ya. Aygül de benimle birlikte gelecek inşallah. Bahçemizin, hayatımın ilk cennetinin o eşsiz meyvelerini dalından yeme şansımız da olur böylece.

Bir de küçük not: Başsağlığı dileyen tüm arkadaşlarıma tekrar teşekkür ederim.