Öncelikle sınıf ve gelir ayrımı konusundan başlayabiliriz. 1980'li yıllarda ben ilkokuldayken Malatya'da zaten alışveriş yapılabilecek mağaza ve marka sayısı oldukça sınırlıydı. Buna rağmen, önlüğün kumaşı, yakanın kalitesi, önlüğün ütüsü ve yakanın kolası gibi konular, bir çocuğa bakar bakmaz ailesinin gelir seviyesi ile ilgili fikir verebiliyordu. Şimdi çoğu yetişkin hatırlamıyor ya da hatırlamak istemiyor sanırım ama bir de ayakkabı konusu vardı. Özellikle spor ayakkabı modelleri, zaten çocuklar arasında gelir eşitsizliğinin asla ve asla bir önlükle örtbas edilemeyecek olmasının kanıtıydı. Kırtasiyelerde sadece 3 çeşit kalemtıraş satılan yıllarda, Almanya'daki amcaların getirdiği kalemtıraşlarla hava atılıyordu. Şunu kabul edelim, önlük hiçbir zaman gelir farklılığını ortadan kaldıran bir obje olmadı.
Serdar Kuzuloğlu bu konuda bir yazı yazdı ve kızının başından geçen bir hikaye etrafında çocukların serbest giyim konusunu nasıl abartıp suistimal edebileceklerini güzel bir şekilde örnekledi. Yukarıda yazdığım nedenlerden dolayı oldukça samimi bir yazı yazan Serdar Kuzuloğlu'nun yazısının anafikrindeki sorunun tek tip giyim değil, özel okullar olduğunu düşünüyorum. Önlük varken de özel okullarda bambaşka bir ifade yarışı mevcuttu. Çocukların ev dışındaki dünya ile tanışırken yetersiz, eksik, farklı hissetmeleri bir önlükle çözülebilecek kadar basit bir sorun değil ne yazık ki. Önce şunu kabul etmek gerekiyor; gelir eşitsizliği varsa çocuk bunu öğrenecek. İkincil olarak da çocukların kendilerini ifade etmeleri için parayla satın alınan şeylerle sınırlı olmak zorunda olmamalarını onlara iyi bir şekilde geçirmek gerekiyor. Burada da hayat tarzlarımız bir engel teşkil ediyor. Ben marka düşkünü olmadığımı zannederken bile bunca markaya özenirken, aynı evde büyüttüğüm oğlumun bu algıdan mahrum yetişebileceğini nasıl düşünebilirim? Yetişkin romantizminde minik bireylerin kalplerinin kırılmaması için gerekli görünen önlük, dünyada varolan eşitsizliği çocuklardan sakladığımızı sanmamızın bir yolu olmasın sakın?
Önlük konusuna kararın kendisini değil, kararı alanların gizli ajandaları üzerinden bakmak durumu var bir de. Popülist köşe yazarlarından alıntı yapmaya niyetim yok. Onun yerine fikirlerini gayet makul bulduğum bir arkadaşımın, Alper Altunay'ın Facebook yazısından alıntı yapmayı tercih ediyorum:
"Tek tip bıyık ile heryerde kendini belli eden bir partinin, cocuklarimizin gercekte olmasa bile, egitimlerinin ilk yillarinda kendilerini esitmis gibi hissettirecek sekilde tek tip giydirilmelerine bu derece karsi olabileceklerini anlamakta gucluk cekiyorum. Temellerini din uzerine kuran bir parti, icraatlarının ozgurlukler uzerine kurulu oldugunu iddia edebilir mi? Diyelim oyle oldu, o ozgurluklerin sinirlarini insan akli ile mi, yoksa dinin kurallari uzerine mi ve hatta ulemanin gorusleri uzerine mi desenleyecegiz. Asil cevaplanmasi gereken temel mesele bu. Cocuklarin kiyafetlerindeki sinirlari degil, zihinlerindeki sinirlari neye gore yapilandiracagiz ya da yikacagiz?"Alper dürüst bir şekilde konudan neden rahatsız olduğunu ifade ediyor. Burada yanlış bir şey yok ve düşünce sistemi de aslında oldukça mantkılı. Fakat bu alt metin okuma, gizli ajanda araştırma eksersizlerinde de serbest giyimin gerçekte iyi bir şey olup olmadığını tartışamadan "onlar yaptıysa kötüdür" gibi bir yere gitme riskimiz var. Ben öncelikle önlük /üniforma zorunluluğunun kalkmasını tartışmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum.
Kendi görüşümü biraz daha netleştirmem gerekirse;
Üniforma, birey olmanın önündeki bir engeldir. Nasıl askerde üniforma içine giren yetişkin adamlar bir anda işleyebilme ihtimalleri olan insanlık suçlarına kolektif üniforma bilinci sayesinde yabancılaşabiliyorlarsa, bir çocuktan da öğretmenin anlattıklarını ezberlemesini değil, kendi düşünce yapısını olgunlaştırıp geliştirmesini bekliyorsak üniforma içinde bunu yapmasının ne kadar güç olduğunu anlamamız lazım. Öğrenci üniforması, genel bir öğrenci profilini, kim çizmiş olursa olsun bir çerçeveyi de dayatmak demektir çocuğun zihnine.
Üniforma giydirilen çocuk, anında bir hiyerarşinin parçası olduğunu anlar. Neyi yapıp neyi yapmayacağı kurallarla çok daha kolay aktarılır ona ve kuralları sorgulaması, neyin neden yapıldığını merak etmesi güçleşir. Toplumun kendisini Ahmet, Ayşe olarak kabul etmek yerine öğrenci diye bir tanımla sınıflandırdığını içselleştirir. Bu tanım aidiyeti de cemaat olmayı, teba olmayı kolaylaştırır. Bir yere ait olunmadan kendini ifade edemeyeceğini zanneden bireyler yetiştirmiş oluruz.
Artık okullarda karar alma mekanizmalarına bile öğrencilerin daha aktif bir şekilde dahil edilebilmesinin tartışıldığı zamanlardayız. Önlük zamanını doldurdu, ona nazik bir şekilde veda edelim ve önlükle gizlediğimizi sandığımız eşitsizliği içimize sindirebildiğimiz ölçüde çocuklarımıza anlatalım.