Ben bir trafik canavarıyım. Siz caddede sakin sakin yol alırken sağınızdan hızla geçip önünüze giren ve fren yapan şoför benim. Sokaklarda daha hızlı gitmeniz için arkanızdan sürekli far yakan, eğer yol vermekte geciktiyseniz, sollarken mümkün olan en yakın noktaya kadar otomobilinize yaklaşıp, size pis pis bakan, ve sonra vites küçülterek gaza basan benim. Ben, sizi heyecanlandıran, istemeseniz de küfür etmenize neden olan, hatta bir "kapışma" için sizi kışkırtan sürücüyüm. Ben sizin trafikteki kabusunuzum. Ben bir trafik ejderhasıyım!
18 yaşıma girdikten çok kısa bir süre sonra ehliyetimi aldığımda, otomobil kullanmayı zaten biliyordum. İlk yıllarda acemilikten olsa gerek, biraz daha çekinceli ve yavaş bir sürücüydüm. Trafikte tecrübem arttıkça da, karayollarının amacının bizi bir yerlere ulaştırmak olmadığını fark ettim. Karayolları bir "cangıl"dı aslında, ve amaç bir yerlere ulaşmak değil; hayatta kalmaktı.
Bu gözlemi önce reddetmek istedim. Ne de olsa, ben sürekli okuyan, sanatın çeşitli dallarında hem amatör hem profesyonel faaliyetlerde bulunan çağdaş bir üniversite öğrencisiydim. Medeni bir insan olarak trafikte yavaş olmam beklenirdi. Ancak trafikte yavaş gitmenin hayatımı daha çok tehlikeye soktuğunu görüp, gerçeği kabullenmek zorunda kaldım. Madem bu bir hayatta kalma savaşı; o zaman ben, hayatı tehlikede olan değil, başkasının hayatını tehlikeye atan olacaktım.
Bu sert sözlerime bakmayın. Aslında benim agresif sürüşüm yüzünden benimki dışında hayatı tehlikeye girmiş bir sürücü bulunduğunu sanmıyorum. Genel kanının aksine, bir trafik canavarı için beceri, diğer sürücüleri rahatsız etmek değil; onları normal gidişlerinden alakoymadan "aralarından" dolaşarak, "en hızlı" rekoru için çaba sarfetmektir.
Ancak bu sanıldığı kadar kolay bir şey değil. Eğer risk alma seviyeniz diğer sürücülerden yüksekse, çoğu zaman hak etmediğiniz tacizlere maruz kalırsınız. Makas atarken önüne kırdığınız bir sol-şerit-kaplumbağası, fren yapmasına sebep olmadan hızla yolunuza devam etseniz bile, arkanızdan çılgınca far yakmaya başlar. Amacı sizi uyarmak değildir, "aman dikkat çok hızlı gidiyorsun, başına bir şey gelecek!". Burada amaç, küfretmektir. Çünkü siz ondan hızlısınızdır.
Çok önemli bir noktadan söz etmenin tam zamanı. Dikkat ettiniz mi bilmiyorum, yazımın başından beri, yavaş ve hızlı gitmekten bahsediyorum. Özellikle değinmediğim nokta: Dikkat. Hep yavaş sürücülerin daha dikkatli olduğu zannedilir. Oysa yavaş otomobil kullanmak, reflekslerinizi zayıflatır, uykunuzu getirir, ve dikkatinizin kolayca dağılmasına sebep olabilir. Hele uzun yolda otomobil kullanırken yavaş bir tempoda gitmeyi tercih ederseniz, uykunuzun gelme ihtimali tehlikeli derecede artar.
Öte yandan, süratli bir sürücünün kalp atışları daha hızlıdır, çünkü sürat adrenalin salgılanmasına sebep olur, ve bu da dikkatin çoğalmasına ve tüm bedenin her türlü reflekse hazır hale gelmesine neden olur. Siz yavaş yavaş yol alırken, sağınızdan ya da solunuzdan ok gibi geçen bir aracın sürücüsü -usta trafik canavarlarına özenen bir amatör olmadığı müddetçe- sizden çok daha uyanık ve dikkatlidir.
Tabi belirtmemiz gereken başka bir konu da alkollü otomobil kullanmak hakkında. Yine çoğunuzun zannettiği gibi, bir trafik canavarı olarak ben, alkollü otomobil kullanmam ve kullanılmasına da şiddetle karşı çıkarım. Burada dikkati çekmemiz gereken bir konu çıkıyor karşımıza yeniden: İçip içip etrafta terör estiren yeniyetmeler ya da sorumsuzlarla profesyonel trafik canavarları arasında çok net bir ayrım var. Bir trafik canavarı -çok önemli bir kapışma söz konusu olmadığı taktirde- asla başka sürücülerin hayatını sorumsuzca tehlikeye atmaz.
Çok önemli bir kapışma söz konusu olmadığı müddetçe!.. Açık sözlü olmalıyım, bizlerin de bazı kusurlu tarafları, zayıf noktaları var. Eğer otomobilinizi diğer sürücülerden daha iyi kullanıyor, ve bundan keyif alıyorsanız, sizin gibi başka birinin gelip sizin keyfinizi bozması pek hoş olmuyor, ve yarış ya da kapışma başlamış oluyor.
Hepiniz trafikte arka arkaya giden süratli otomobilleri görmüşsünüzdür, bu konuda fazla bir şey söylemeye gerek yok. Kolayca tahmin edilebileceği gibi, iki trafik canavarı yarışmaya kalkarlarsa, hele bir de sürücülük deneyimleri birbirlerine yakınsa, ortada gerçekten büyük bir tehlike var demektir. Birinin mutlaka yenilgiyi kabul etmesi gerekir. Yenilen sürücü kendini şöyle kandırır: "Yarışan olmazsa, kazanan da olmaz".
Bir de altlarında 150 HP'ye sahip motoru olan otomobillerle kağnı gibi giderken, küçücük bir alt sınıf otomobilin kendilerini geçmesini gururlarına yediremeyip, bilinçsizce tehlikeye atılanlar var. Üzülerek söylüyorum, bu kişiler daha çok andropoz dönemindeki sürücüler. Kaybedecek şeyi az olan insanlarla yarışmaya kalkmanın başka mantıklı açıklaması olamaz.
Peki bir trafik canavarı olarak ben çok mu güvende hissediyorum kendimi? Aslında hayır. Başıma o kadar ilginç olaylar geldi ki, hayatta kalma serüvenimin aslında çok başarılı olmadığını, gerçekten uzun yaşamak istiyorsam bunun sürücülük tekniğimle hiç alakası olmadığını anladım. Uzun yaşamak istiyorsanız, trafiğe çıkmayın; yaya olarak bile! Evde oturanlar, yolda gidenlerden daha çok yaşar.
Son olarak başıma gelen hazin bir olayı aktarmak isterim. Geçen sonbahar çok tatlı bir kızla tanışmıştım. İlk görüşmemizden sonra birkaç kez telefonla konuştuk. Uzun zamandır hiçbir kızla konuşmak beni bu kadar heyecanlandırmamıştı. Sonunda buluşmaya karar verdik. Güneşli bir Pazar günü beraber sinemaya gittik. Ancak kaderin bir oyunu sinema çıkışında bizi şakır şakır yağan bir yağmurla karşılaştırdı. Benim zayıf noktam yağmurdur. Yağmurda süratli otomobil kullanmayı deli gibi severim. Kızcağızı kaldığı öğrenci yurduna bırakırken de -bir yandan onunla sohbet etmeye devam etmeye çalışıp, ki böylece sakinleşirim zannediyordum- oldukça hızlı ve "atraksiyon"lu bir şekilde sürüp, canım arkadaşımın koltuğuna mıhlanıp kalmasına sebep oldum.
Bir iki defa daha telefonla konuştuk. Sonra bir daha görüşmedik.
Birkaç kez de ölümün soğuk nefesi denilen şeyi gerçekten ensemde hissettim. Fakat her şeyin bir bedeli var… Ben bir manyağım. Bunun tüm avantajlarını sömürüyorsam, olumsuzluklarına da katlanmalıyım.
Belki bir gün ben de uslu uslu otomobil sürmeyi öğreneceğim. O zaman gelecek olursa, bildiğim tek şey, sakin bir sürücü olarak, benden hızlı gidenleri eleştirmeden önce iki kez düşüneceğim. Yine de beni gerçekten kızdırırsa, o zaman ağzının payını alır!
Bu yazım 14 Nisan 2000 tarihinde Hürriyet gazetesinin Serdar Turgut yönetimindeki internet dergisi Agora'da yayınlanmıştı.
Haha ben de binmiştim Settar bir defa senin arabana. Ama sürat yapacak kadar trafik açık değildi.
YanıtlaSilBen de genellikle "Bir de altlarında 150 HP'ye sahip motoru olan otomobillerle kağnı gibi giderken, küçücük bir alt sınıf otomobilin kendilerini geçmesini gururlarına yediremeyip, bilinçsizce tehlikeye atılanlar var." grubuna gıcığım.
Küçücük alt sınıf otomobilim şimdi burada olsaydı böğrüme böğrüme basardım. Yürümekten sıkıldım.
Yazının son cümlesine gelmeden geçen sonbahar - kız - telefonda konusma - yurda bırakma falan derken heeeeyytttty neaa oluyoooo diye makine başında kalp krizi geçirmedim, ciddi ciddi korkmadım desem yalan olur.
YanıtlaSilpihuv eski yazıymış. 1 an kocamı kaptırdım diye panikledim : > herkesin derdi farklı bişi tabi :)
çok keyifli ve akıcı bir yazı olmuş:) canavarlara katlanamayan biri olmama rağmen "ulan hepsine küfretmesem mi?" diye düşündüm, hala düşünüyorum :)
YanıtlaSil