Geçen yıl da bir özet yazarak başlamıştım Avrasya hikayesine ancak oldukça kısa bir giriş olmuştu, aynı yazının derinleştirilmiş versiyonuna hoş geldiniz.
Geçen yıl Avrasya'da ilk defa 15 km koşarak kent koşuları maceramı başlatmış olmuştum. Bu yıl da kaydımı yaptım ve 17 Ekim'de koşulacak olan Avrasya Maratonu'nda 15 km koşacağım yine.
Koşmakla ilgili ilk anılarım, evimizin arka bahçesinde -ki bir apartmanın arka bahçesi için epey geniş sayılırdı- 5-6 yaşındayken her koşuşumda düşmem ve dizlerimi kanatmamdır. Neyseki ergenliğe girince bacaklarım öyle bir kıllandı ki, dizlerimdeki orta dünya atlası görülmez oldu.
İlkokul ve ortaokulda hızlı koşmak çok önemsediğim bir şeydi. Özellikle ilkokulda yaptığımız koşu yarışlarında birinci olmak çok önemliydi. İki oğlan çocuğunun bir takım oluşturduğu "atçılık" oyunumuzda birimiz diğerinin önlüğünün arkasını tutar ve bu şekilde ikili olarak yarışlar yapardık. İlter'le ve Gürkan'la kurduğumuz ekipler çok hızlıydı ama en efsane atçılık partnerim sanırım Özden'di.
Ortaokulda hayatımıza basketbolun girmesiyle koşu, futbol ya da basketbolda yeteneği olmayanların yaptığı bir spor gibi görünmeye başladı ve gözümüzde önemi azaldı, bir istisnayla; yılda sadece bir kaç beden eğitimi dersimizde yaptığımız kır koşularında. Bu koşularda okulun kent dışında olmasının da avantajıyla, sınıf olarak dağ bayır aşıp, köyler içinden geçip, eski adıyla Orduzu, yeni adıyla Pınarbaşı adlı baraj gölü yanındaki mesire yerine ulaşırdık. Orada biraz takılıp dinlendikten sonra, geri dönüş koşusu başlardı ama bu defa sınıf olarak birlikte koşmaz, bunun yerine herkesin kendi temposun koşmasına, daha doğrusu yarışmamıza izin verilirdi. Cross-country dendiğini o zaman biliyor muyduk emin değilim ama bu koşularda hırsım ve testosteronum tavan yapar, ne yapıp edip tüm gücümü kullanarak ilk 3 içinde -çoğu zaman birinci- olmayı başarırdım.
Üniversite, sigara ve alkolün, sınav stresi yıllarının ardından göt yayma evresiyle birleşmesiyle sporun bir anda hayatımdan çıktığı, kilo alıp hımbıllaşmaya başladığım dönem oldu. Bir şekilde okul bitmeden sigarayı bırakmayı (2 yıl sürecek bir bırakma) başardığımda da döndüğüm ilk spor, çocukken de yaptığım ilk spor oldu: koşmak. Bilkent'in Bahar Koşusu adlı cross-country koşusuna hazırlandım. Bunun için haftada 3-4 kere evin dışında, Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nün Çankaya Caddesi sınırında gidip gereler tamamladığım 8 km'lik bir parkuru koşuyordum. Sonunda bahar koşusunda 600'ü aşkın katılımcı arasında 57. olmayı başardım. Güzel bir histi.
2005'te ikinci defa -bu sefer kalıcı olarak- sigarayı bıraktım. O zamandan beri de spor düzensiz de olsa hep hayatımda. Spor salonunda fitness ve ağırlık çalışmaları, şirket takımlarında basketbol ve nihayet geçen yıl hayatıma giren Avrasya Maratonu ile uzun mesafe koşular.
Bir sonraki yazımda, karşıma engel olarak çıkan konuları özetleyeceğim. Daha sonra da bu yılki hazırlıklarımı anlatmaya başlıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder