Koşmak Üzerine Notlar yazısının ikinci bölümü.
Koşmayı ne kadar seversem seveyim, koşarken çocukluğumdaki gibi sadece düşmemeyi başarmaktan daha fazla dikkatli olmam gerekiyor.
Mayıs ayında bir öğlen, baş dönmesi, daha doğrusu "fenalaşma" şikeyetiyle şirket doktoruna gittim. Tansiyon, kan şekeri gibi ilk bakılacak konulara bakıldı ve dikkat çekici bir veriye rastlanmadı ancak kendime de gelemedim bir türlü. O hafta bu fenalaşma hali tekrar edince, hastaneye giderek kapsamlı bir muayeneden geçmeye karar verdim. Yakın zamanda Koç Spor Şenliği'nde Tofaş basketbol takımında oynarken bir antreman sırasında da nabzım 200'lere çıkmış, kısa sürede normale dönmesine rağmen koçu ve beni tedirgin etmişti. Ailemde hem anne, hem de baba tarafından kalp hastalığını miras olarak edinmiş biri olarak ilk önce kalp doktoruna göründüm. Eforlu elektro adlı, ailemde by-pass operasyonu geçiren bir çok kişiden bildiğim eziyetle de tanışmam böyle gerçekleşti. Kan, idrar testleri, hatta nöroloji muayenesinden de geçtim ama bir soruna rastlanmadı. bu kontrollerden çıkan tek sürpriz şuydu: kaka kolestrolüm sınır seviyeye yaklaşmıştı.
Kendimi hala genç olarak gördüğüm için kolestrol sorunu yaşama ihtimali bir anda beni sarstı ve o zamandan veri beslenmeme ve egzersizlerime büyük dikkat gösterdim. Haziran ayında şirketin spor odasında yeniden başladığım düzenli ve sık egzersizlerle, 1 ay içinde %23 olan yağ oranımı %18'e, daha sonraki ay da %13'e düşürmeyi başardım. Bu arada kilo kaybımı da kontrol ederek zayıflamadan yağ yakmayı -hayatımda ilk defa- başardım.
Fakat kardiyo çalışmalarını yaparken kalp doktorunun da ısrarla önerdiği şekilde, 160'lara çıkmayı falan düşünmeden, 130'larda bir nabızla koşu yapmaya çalıştım uzun süre.
Özetle, ilk sorunum, nabzımı çok yükseltmeden uzun bir aralıkta koşabilmeyi başarmak. Bunun için de gerçekten ciddi bir süreçte uzun mesafeye geçebildim. Uzun bir süre sadece 20 dakika koşabiliyordum, o da oldukça yavaş bir hızda.
Gelelim ikinci derdime; üniversite yıllarında hatalı ayarlanmış bir kayak bağının, düşe kalka kaydığım bol karda kayakları ayağımdan hiç çıkarmaması üzerine dizlerimde başlayan bir ağrı ve muayenede ortaya çıkan üzücü sonuç: çapraz bağların kopması.
Her iki dizimde de bağlarım 10 yıla yakın bir süredir sorunlu. Düzenli çalışmalarla, günlük hayatta bu sakatlığı hissetmemeyi başardım, ancak 15 km aralıksız koşmak, dizler için gerçekten de oldukça zorlayıcı olabiliyor.
Kondisyonumu toparladığımda, yani 1,5 saat boyunca koşabilecek duruma geldiğimde bu defa dizlerimi koruyarak koşma eğitimi başlıyor. Enerjimin seviyesi ne olursa olsun, koşu sırasında dizlerimden birisi kitleniverdi mi, ne yaparsam yapayım koşmaya devam edemiyorum. Dizim bir sopa gibi durmak, kesinlikle bükülmemek için bana her türlü acıyı hissettiriyor ki, ben de durup onu dinlendireyim.
Dizleri 15 km koşuya hazırlarken, antreman aralıkları, türleri, süresi çok önemli, ama en önemlisi insanın kendi bedenini dinlemesi. Dizlerim bana sinyal gönderdiği anda kendimi ne kadar motive hissediyor olursam olayım, antremanı orada bitiriyorum. Böylece dizler de yavaş yavaş daha uzun süreleri ve mesafeleri çıkartabilir duruma gelmeye başlıyorlar.
Geçen yıl 15 km mesafeyi sorunsuz bir şekilde 1 saat 25 dakikada koştuğumda dizlerimde hiç bir sorun olmamıştı, ancak şu anda antremanlarımda henüz 10 km bile koşamıyorum. Yine de geldiğim nokta umutlanmam için yeterli. 1 aydan uzun bir zamanım var ve kendime iyi bakıyor, geçen yıldan da daha sık antreman yapabiliyorum. Umarım 17 Ekim günü de ne olursa olsun koşuyu bitirebilecek kadar düzdün çalışacak dizlerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder