Koşu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Koşu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ağustos 2013 Pazar

Dört Haftada 12 Antreman ilk 15km

Bu hafta cuma günü, 9km gibi uzun bir mesafeyi koşup, ondan sonra 4 haftadır ilk defa bir ara vermeye karar verdim. Bayrama denk gelen bu sezon finali antremana çıkarken evde misafirlerimiz ablam ve ailesi de beni bekliyordu. Bunu özellikle belirtiyorum ki, özel günlerde bile antremanları aksatmamayı nasıl önemsediğim belli olsun.

Koşu sıcak sayılabilecek bir saatte başladı. Geçen haftaki uzun mesafe denememden aldığım tecrübeyle bu sefer yanıma küçük bir su aldım. Yaklaşık 5km civarında su içmeye çok ihtiyaç duyuyorum sıcak havalarda. Fakat suyu taşımak hoşuma gitmedi ne yazık ki.

Koşu rahat başlamadı, nefesimin dengeye girmesi bir 4-5km sürdü. Fakat bir kez o dengeyi hissedince 9km'yi 10'a zorlayabileceğime karar verdim. Sonra haydi 12 yapatım derken koşu sırasında sürpriz bir şekilde verilen kararla 15km'ye çıkmayı koydum kafama.

Ne kadar yorulsam da, veriye bakınca koşunun kırılma noktasının 5, 6 ve 7. km'ler olduğunu gördüm. Bu sırada düşen ritmimi yeniden toparlamam ve sonra hafif bir ayarlamayla koşuyu bitirebileceğim bir ritm yakalamam mümkün olmuş.

Daha sonra çok yorulsam da 13km rahat geçti diyebilirim. Aralarda belimden, sağ dizimden bazı uyarılar geldi ama daha çok yorgunluk ağrılarıydı bunlar ve koşu duruşumu düzelterek toparladım durumu. Son 2km biraz sürünerek geçti. Artık gerçekten hem kondüsyon, hem de bedensel olarak gerçekten yorulduğumu iyice hissettim. 15km bittiğinde sadece 1 aylık bir çalışmayla bu düzeye gelebildiğimi gördüğüm için hissettiğim mutluluğu kolay tarif edemem. Zaten bu kadar uzun bir koşunun (1 saat 37 dakika) adrenali de akşam 3-4 saat bedenimdeydi. Gece yatarken hala yorgunluk değil de, bitkinlik gibi bir şeydi hissettiğim.


Önümüzdeki hafta şehir dışındayım. Yürüyüş yapmayı düşünüyorum ama koşmayacağım. Baldır, ayak tabanı ve bacaklarımda bu 4 haftalık koşunun etkilerinin oturmasını ve yorgunluğun tamamen geçmesini hedefliyorum. Dönüşte nasıl bir tempoda koşacağıma o zaman karar vereceğim.

4 haftada toplam 12 koşuda katettiğim mesafe: 83,08km.

5km ve Rekor Denemesi

Geçtiğimiz koşudan sonra grafikleri ve veriyi sunuşu daha çok hoşuma gittiği için Runtastic Pro yerine Nike+ uygulamasını kullanmaya başladım antremanlarda. Bunun sonucu olarak, 2010'dan kalma 2 koşumun verisi de istatistikler içinde görünür oldu. 3 yıl önce özellikle bir antremanda epey iyi süreler yapmışım; en iyi 1km, en iyi 1 mil, en iyi 5 km, en uzun süre ve en uzak mesafe gibi rekorlar hep bu antremana aitti. 3 yıl daha yaşlı halimle bu değerlerin üzerine çıkabileceğimi kendime ispatlamak ve moral kazanmak için bu haftaki çarşamba antremanında hedefimi en iyi 5km rekorumu kırmak üzerinde belirledim. Ablam bu geçmişteki halimle rekabet etmemi biraz erken 40 yaş sendromu olarak tanımladı bu arada, kayda geçsin.

Desteksiz tabanlı New Balance'larla koşacağım için adımlarımda topuk yerine ayağımın önünü daha çok kullanmaya da bu antremanla başlarım diye düşündüm (belimi az yorsun diye), nitekim ilk 500 metre topuksuz koşmayı ilk defa denedim.

Koşu fena geçmedi, bir sakatlık ve zorlamna olmadak 5km'yi hızlı sayılabilecek bir ortalamada bitirmeyi başardım. 1km'lik sektör sürelerim de şu şekilde gerçekleşti:


Genellikle 2km ve 3km arası en hızlı zamanımı yaparken bu koşuda ilk km en hızlı geçtiğim mesafe oldu. Sonuçta 3 yıl önceki rekorumu da geçmeyi başardım.

6 Ağustos 2013 Salı

4. Haftada Oturan Düzen ve Kullandığım Uygulamalar

Dün koştuğum 10. antreman hem aralıksız koştuğum 4. haftaya girişimi göstermesi açısından beni motive etti, hem de antremanlara başladığımdan beri kullandığım uygulamaya alternatif bir uygulama deneyerek koşu verimi kaydettiğim için önemli bir ayrım noktasıydı.

Geçen hafta son antremandaki 9km koşu beni oldukça yormuştu. Bu hafta ve belki gelecek hafta da, süreleri aynı tutarak mesafelere alışmaya çalışmayı planlıyorum. Dün de bu amaçla 7,5km koşma hedefim vardı.

Koşu sıkıcı başladı. Nedense kendimi çok yorgun hissettim ilk kilometrede. Neyseki çabuk açıldım. Nabız ve nefes alış verişlerim, bir hafta önceki 7,5km koşusuna göre çok daha rahattı. Koşu sonunda istesem rahatlıkla daha fazla koşabileceğimi hissediyordum. Koşmadım ve bıraktım. Süreler şöyle.


Bu antremanda anlık olaraken yüksek hıza ulaştım. Ayrıca her bir km ortalama hızında da düzenli bir artış gerçekleştirmeyi başardım. En yüksek hız ortalamam genellikle olduğu gibi 3km ve 4km arasında. Bu arada koştuğum parkurun pek düz olmadığını paylaştığım tablolardaki elevation grafiğinden görebilirsiniz. Hem toplam sürede, hem de belirli sektörlerde beni yavaşlatan bir şey bu iniş ve çıkışlar. Ancak 15km'lik inişli çıkışlı bir koşuya hazırlanırken kağıt üzerindeki sürelerimden çok iyi hazırlanmış olmayı önemsediğim için bu parkura devam edeceğim bir süre daha.

Düne kadar koşularımda Runtastic adlı uygulamayı kullanıyordum. Paylaştığım bu ekran görüntüleri de o uygulamadan. Runtastic'ten genel olarak memnunum. Ancak önemli bir eksikliğini hissediyorum, o da internet üzerinden hesabıma bağlandığımda girdiğim site ve arayüz. Runtastic'in paralı olan Pro uygulamasına sahip olmama rağmen, internet sitesinde hem çok çirkin yerlerde ve bol bol reklam görüyorum, hem de para verip aldığım uygulamanın üstüne bir de gold membership satmaya çalışıyorlar bana.

Bu nedenle dünkü koşuda Runtastic'le aynı zamanda Nike+ uygulamasını da kullandım. Nike+'ın en önemli artısı, internet üzerinden sunduğu arayüzün çok daha rafine ve kullanışlı olması. Yoksa uygulama üzerinden açıkçası Runtastic'ten iyi değil, hatta eksik yanları bile var bana göre.

Runtastic'le yaptığım 10 koşuda, başlangıç ve bitiş ısınma ve soğuma yürüyüşlerini de parkura dahil ediyordum. Bunun ilk ve son km verisinde ve toplam sürede koşu ortalamamı bozan bir sistem olduğunu geç anladım. Nike+'la veri kaydetmeye başlarken yeni bir yönteme geçtim bu yüzden. Nike+'la koşmaya başladığım ve koşmayı bitirdiğim zaman aralığını kaydedeceğim sadece. Nike+'ın dünkü koşuya ait verisi şöyle.


En hızlı km'yi işaretlemesi, her km'de bir önceki km'ye göre artan ve azalan süreyi göstermesi oldukça hoşuma gitti. Nike+ ayrıca kaydettiği tüm koşular içerisindeki en hızlı 5km gibi değerleri de işaretleyebiliyor. En son 2010'da Nike+'la yaptığım 8,5km koşudaki sürelerin oldukça gerisindeyim şu anda. Tabii o zamanlar daha düzayak olan parkurda koşuyormuşum.

Yarınki antremanda bel düşmanı, baldır ve diz dostu New Balance'larla 4-5km koşacağım. Hedefim, tüm koşuda ortalaması en yüksek ritmi tutturmak bu antremanda. Cuma da bayram için gelen misafirlerimizden müsade alıp 9-10km koşuyu tamamlamayı düşünüyorum.

2 Ağustos 2013 Cuma

9. Antremanda 9km

Bugüne zorlu bir koşuya hazırlanarak geldim. Hem çarşamba antremanında sakatlanan belimin tam iyileşmemesi, hem de gün içinde trafikte yaklaşık 4 saat geçirdiğim bir kiralık araçla yük taşıma organizasyonu beni epey yıprattı. Buna oğlumuz Han'ın 3 gecedir uyuyamaması da eklenince bugünkü koşuyu iptal etmeyi bile düşündüm.

Fakat tabii ki iptal etmedim. Tüm işleri bitirdikten sonra koşudan önce 40dk kadar yatarak dinlendim. Dışarı çıkmadan önce de normalde ihmal ettiğim ısınma ve gerinerek kasları açma ritüeline bu sefer hak ettiği zamanı verdim.

Bugün Nike'lerin günüydü, o yüzden belime bir yük binmesini beklemiyordum. Fakat koşuya başlar başlamaz cuma antremanlarının genel yorgunluğunu hissettim. Kendimi enerjik hissetmem 2 ve 3km arasında başladı. 4km'ye yaklaşırken tam turu iki kez atmaya karar verdim. Koşu için belirlediğim parkur yaklaşık 4,25km, 7km koşacağım zaman bir tam tur üstüne bir de yarım tur atuyorum. Bugünse, iki tam tura karar verdim koşunun ortalarına doğru.

Havanın bu hafta geneline göre hafif serinlemiş olması. İki gündür yağan yağmurun kısa süreli geçtiğim toprak parkuru nefis bir hale getirmesi, hep işime yaradı. 7'yi bırakın, daha 6. km'den itibaren bezginlik çöktü üstüme ama nefesimi ve enerjimi kontrol etmeyi başardım. Koşuyu tamamlamaya karar verdiğim anda aslında bir 3km daha koşabileceğimi düşünüyordum, fakat zorlamamak için devam etmedim. Sonuçlar da şu şekilde:



Hem mesafe, hem süre gayet tatmin etti beni. Bugünün bir başka sürprizi, ben kendimi yorgun hissetsem de, her kilometrede ortalama hızı tutturmayı başarmışım. Ayrıca daha önceki koşuların en yüksek hızını de geçmişim bugün. Bu arada belimde hiçbir sorun yaşamadığımı da belirteyim. Hatta 3 haftadır en az arıza hissettiğim koşu oldu bugünkü. Sırt ağrılarını saymıyorum, onlar gündüzden kalmaydı diye düşünmek istiyorum.

Koşu sonunda müthiş bir susuzlukla geldim eve. Daha öncekilerden daha susuz kaldığımı hissettiğim için 7km+ koşularda artık küçük bir su alacağım yanıma. Bugün koşunun yorgunluğu yüzünden barfiks ve şınav setlerini tamamlasam da, çömelme ve mekik yapamadım.

Önümüzdeki hafta planım: Pazartesi 7km, Çarşamba 4km, Cuma 9km koşmak. Bir süre bu mesafeleri artırmadan devam etmeyi düşünüyorum.

1 Ağustos 2013 Perşembe

8. Antreman ve Belde Sorun

Dün hafta ortası antremanım vardı. Her hafta 3 antreman yapıyorum. 1 ve 3. antremanlarda yumuşak dolgu tabanlı, bilindik bir koşu ayakkabısı kullanırken, hafta ortası antremanında ince tabanlı, yalınayak duygusuna daha yakın bir ayakkabıyı kullanıyorum.

Standart koşu ayakkabılarım
Hafta ortasında kullandığım Vibram tabanlı New Balance ayakkabılar bilek ve kalf kaslarımı güçlendirmeme yardımcı oluyor, çünkü ayağımı daha az koruduğu için bilek ve yukarısında çok daha fazla kas çalışmasına ihtiyaç duyuyor.

Hafta ortası ayakkabılarım
Dün de bu ince tabanların günüydü. Kendimi çok zinde hissettiğim için rahat bir şekilde üst üste üçüncü defa 7km parkuru koşmaya karar verdim. Normalde koştuğum saatten (18.30 gibi çıkıyorum genelde) yarım saat geç çıktığım için hava da daha serinlemişti ve bu da performansımı olumlu etkiledi.


İşin ilginç tarafı, üst üste 3. defa 48 dakikada tamamladım antremanı. Aynı parkuru koşmama rağmen mesafeyi 200m kadar eksik gösterse de cuma ve pazartesi günlerinin bir tekrarı gibiydi bu antreman. Kilometre etaplarına baktığımızdaysa diğer günlerden çok az daha yavaş olduğum görülüyor.


Önceki iki antremanla aynı süreye rağmen 200m'lik kayıp da bu ortalama hız düşüşünü anlatıyor aslında.

Güzel geçen antreman sonrasında yine her zamanki gibi barfiks, şınav, çömel-kalk ve mekik çalışmalarını da yaptım, fakat özellikle mekik sırasında belim gerçekten çok zorlandı. Gece ciddi şekilde tutulan belim yüzünden zor uyudum ve 24 saat geçtikten sonra ve bugün ciddi bir süre dinlendikten sonra belim ancak iyileşti. Sanırım sert ve ince tabanlı ayakkabı ile koşmanın en büyük etkisi belim üzerinde ortaya çıkıyor.

Bir sonraki hafta çarşamba koşusunu yine New Balance'la yapıp, parkuru 4km ile sınırlı tutmayı düşünüyorum. Yarın bu haftanın son antremanı var. Kendimi iyi hissedersem 8,5-9km'ye çıkabilirim.

30 Temmuz 2013 Salı

Küçük Koşu Yaralanmaları ve Öneriler

2009'da ilk defa orta mesafe koşmaya başladığımda karşılaştığım ilk ciddi sürpriz, 10km üzeri antremanlarda ayak tabanımda su toplanması olmuştu. Ayak tabanında su toplanması, kaçınılmaz bir yara ve üstüne basmada sorun yaşamak demek. Yara iyileşmeden yeniden antreman yapmak da çok zor, çünkü yara kötüleşebilir.

Artık biliyorum ki, her insanın bir fiziksel sınırı var. Kimi 7km'den sonra, kimi 10, kimi 25km'den sonra bir şekilde sürekli sürtünme yüzünden benzer durumlar yaşıyor. Eğer ayaklarınız antremanlarda hafif de olsa yaralanacak olursa, lütfen paraya acımayın ve bulabildiğiniz en pahalı yara bandını alın. Ben şu ürünü kullanıyorum:



Dış malzeme hava geçiriyor ve bantlıyken iyileşme sürecini hızlandırıyor. Üstelik cildinizle esnek bir biçimde uyum sağladığı için varlığı da kolay hissedilmiyor. Salvelox'un daha önce kullandığım bu tamamı elastik malzemeden ve özellikle ayak için üretilmiş bandıysa gerçek bir mucize.



Kısaca, ayağınızda en ufak bir zedelenme oluşursa, antremanlarda kötüleşebileceğini öngörüp iyi bir yarabandı kullanarak iyileşmesine yardımcı olmanızı öneririm.

Gelelim diğer hassas konuya. Yine antremanlara başlarken büyük ihtimalle eldeki malzemelerle koşacağınız için şortlarınızdan bazılarının uzun mesafe koşuları için uygun olmadığını göreceksiniz. Özellikle şu çok sıcak günlerde en ufak bir dikkatsizlik (dikkatsizlikten kastım, bedeninizin gönderdiği sinyalleri geç algılama), kasıklarınızda pişik oluşmasına neden olacak. Kadınlarda da çok oluyor mu bilmiyorum ama erkeklerin hayatında bebekliklerinden başlayarak devam eden bir dert kasık pişiği.

Geçtiğimiz günlerde yanlış iç çamaşırı, yanlış şort ve yanlış sandalye üçlüsünü çok sıcak bir öğlen saatinde birleştirmem üzerine ciddi bir pişik sorunu yaşadım. 1,5 yaşındaki oğlumuzun pişikleri konusunda uzmanlaşan minnoşum Aygül hemen imdadıma yetişti. Bu aşağıda göreceğiniz pişik kremi, aşırı yoğun kıvamlı ve sürdüğünüzde saatlerce hasarlı bölgeyi teriniz dahil her türlü etkenden koruyarak hızla iyileştiriyor.



Neredeyse sadece 24 içinde pişiklerin Desitin sayesinde geçti, yarınki antremanı aksatmama neden olabilecek bir sorun hızla çözülmüş oldu.

Son bir not: Avrasya Ekim ayında, serin sayılabilecek bir havada koşulacak ve 15km bile koşsanız, 1 saatten fazla bir süre koşmanız gerekecek. Daha önce başınıza gelmediyse benden duymuş olun; bu şartlar, meme uçlarınızın koşarken hafif üşüme nedeniyle sertleşip, uzun süre tişörtünüze sürtünmesi sonucunda daha önce hiç yaşamadığınız bir acı ve yaralanmaya neden olabiliyor. Koşu gününde Salvelox'un Sport ürününü meme uçlarınıza yapıştırırsanız bu sorunu da bertaraf etmiş olacaksınız. Daha meraklılar, koşucular için üretilen meme ucu koruyucularını araştırabilir.

7. Antreman ve Başlangıç Antremanları Özeti

Koşu antremanlarımı şu şekilde düzenledim: Hafta içi Pazartesi, Çarşamba ve Cuma koşuyorum. Aynı günler koşu sonrası barfiks, şınav, otur-kalk ve mekik hareketleri yapıyorum. Tüm hareketleri uygulama desteği ile yapıyorum, ayrı bir yazıda antreman uygulamalarına değineceğim.

Dün, bu planda 7. koşumu tamamlamış oldum. Bugüne kadar yaptığım antremanların bilgileri şöyle.


Bir önceki antremanla bu son koşunun saniyesine kadar aynı zamanda tamamlanmış olması komik bir tesadüf. 7,25km mesafe'yi iki seferdir koşabiliyorum ama açıkçası çok zorlanıyorum. Koşuyu bir şekilde tamamladıktan sonrası gece sırt ağrısı, sabah yataktan kalkamama gibi dertler yaşıyorum. Bu yüzden şimdilik Pazartesi ve Çarşamba antremanlarını bu mesafeyi artırmadan koşmayı planlıyorum. Cuma günleriyse, takip eden iki günlük dinlenme süresine güvenerek mesafe zorlama koşuları yapmayı planlıyorum.

Dünkü koşumun kilometre başına detaylandırılmış ortalama hızları da şu şekilde.


Burada 1 ve 7 no'lu satırlar (km'ler) başlangıç ısınma yürüyüşü ve bitiş soğuma yürüyüşlerini içerdikleri için genel ortalamadan farklılar. Nedense evin kapısından çıktığım an süre tutmaya alıştım, tam koşmaya başladığım zamanı tutmak yerine, evden çıkıp, eve döndüğüm zamanı tutuyorum. Bu tabloda 3. kilometrede görünen 10,85km/s'lik ortalama hız, şu ana kadar bir ölçüm aralığında yaptığım en iyi zaman. Koşularda belli bölümlerde hızlanıp yavaşlamak dizlerimi zorladığı için hedefim genel olarak ortalama hızı artırmak.

Yarın yine 7,25km deneyeceğim. Bundan sonraki yazılarımda sakatlıklardan ve koşu malzemelerinden bahsetmeyi düşünüyorum. Dünkü koşu öncesi çektiğim bir fotoyu da hatıra olarak buraya koyayım. Keşke koşu sonunda "sonra" versiyonunu da çekseymişim.


26 Temmuz 2013 Cuma

Yeniden Koşuyorum: Sakatlığı Atlatmak

Koşmayı çok seviyorum. Her iki dizimde de çapraz bağlarımda yırtık olduğu için içimdeki deli gibi koşmak isteyen insanı hep bir miktar dizginlemem gerekiyor. En son 3 yıl önce bu dizginleri bırakınca koşu sırasında kötü bir şekilde sakatlanmıştım hatırlarsanız.

2 haftadır tekrar açıkhavada koşmaya başladım. Bu nedenle de bloga yeniden koşu günlüğümü yazma kararı aldım. Bu iki haftayı özetlemeden önce, yeniden koşmaya başlayıncaya kadar geçen zamandan, son 3 yılda yaptıklarımdan söz etmek istiyorum.

2010 Avrasya Maratonu'nda 15km koşarken, mevcut sakatlığımın acı verici bir şekilde ortaya çıkışı sonrasında çok uzun süre koşamadım. Evimin civarında üye olduğum bir spor salonu var. Orada antreman yaparken koşu bandına çıktım sürekli. Ancak ne kadar hafif koşarsam koşayım, yaklaşık 15 dakika içinde sol dizim kilitleniveriyor ve koşmama izin vermiyordu. Bu süreç yaklaşık 3 yıl sürdü.

Bu durumu kabullendim ve kardio antremanlarımı hızlı tempo ve yüksek eğimli yürüyüşlerle ve Technogym'in Vario adlı cihazıyla çalışarak devam ettirdim. Vario ile çalışacak olursanız antreman sırasında iki ayak tabanınızı alttaki pedallardan asla tam olarak kaldırmadan, topuklarınız pedallara yapışık olarak çalışmaya alıştırın kendinizi. Başta zor gelse de müthiş bir egzersiz çıkıyor ortaya.



Geçtiğimiz yaz ilk defa dışarıda yürüyüşlere başladım. Evimize 1,5km mesafede bir gölet var ve hafta sonları popüler bir piknik alanı olduğu için epey bir kısmı düzenlenmiş bir alan. Buraya yaptığım sakin ama uzun yürüyüşler sonunda gölün kıyısını takip ederek orman içinde koşabileceğimi düşündüm. Koşu bandında yeniden ufak koşu denemelerine başlamıştım ve sakatlık acısının gelmesi 20dk gibi sürelere çıkmıştı. Ormana doğru ilk koşumda da oldukça dikkatli davrandım. Önce 10 dakika kadar hızlı tempo yürüyüş, sonra koşuya başlama gibi düzgün ısınma kurallarını yerine getirdim. Sonuç yine hayal kırıklığı oldu. Henüz asfaltta alıştırma yapmadan bozuk orman yolunun yıpratıcı zemini dizimi hemen isyan ettirdi. Artık tecrübeli olduğum için kötüleşmeden hemen yürümeye geçtim ve yavaş yavaş eve döndüm.



Açıkçası bu denemeden sonra bir daha asla koşamayacağımı kabul etmiştim.

Geçen zamanda sporu hiç bırakmadım. Bu baharda bantta yürüyüşleri 40 dakika gibi sürelere çıkardım. Derken Temmuz başında sürpriz bir haber geldi, spor salonumuz tadilata girdi. Ne zaman açılacağı belli olmadığı için beni bir telaş aldı. Sporu bıraktığımda hem moral olarak çöküyorum, hem de sırt ağrısı, bel ağrısı gibi kronik bazı dertler hortlayıveriyor.



Bir karar vermem gerekiyordu ve çok düşünmeden koşmak istediğimi anladım, bir akşamüstü çıktım ve koştum. Sonuç: 4km ile başladım, bugün 6. antremanda 7,25km koştum. Dizler harika.

Antremanlarla ilgili detayı sonra yazayım diyorum. Bu yazıda asıl söylemek istediğim şey şu. Sabır ve sakinlikle çalışınca sakatlıkların üstesinden gelinebiliyormuş. Hırs ve çabuk iyileşme arzusu spor sakatlanmalarının en tehlikeli yaklaşımları.

Şu anda haftada 3 kez otur-kalk (squat) antremanı yapıyorum dizlerimin çevresindeki tüm kas gruplarını geliştirmek için. Bunun da koşularımda büyük faydası olduğunu düşünüyorum.

2009 ve 2010'da katıldığım Avrasya Maratonu'na bu yıl tekrar katılsam mı acaba?

Blogda koşuyla ilgili yazdığım diğer yazıları burada bulabilirsiniz. Yazıdaki görseller Göktürk Göleti'nin etrafındaki yürüyüşlerimde çektiğim fotoğraflardan.

17 Ekim 2010 Pazar

Avrasya 2010 Sonucu



En büyük korkularımdan biri başıma geldi. 15 km koşunun ortasında, 8,5 km civarında, sol dizim arıza yaptı ve koşamaz hale geldim. Yarışın son 70-80 dakikasını hızlı bir yürüyüş temposunda topallayarak bitirdim. Şu anda kendime söz verdiğim şampanyamı içerek yazıyorum bunları, gün boyunca düşündüğüm şeyleri ve koşuyu aktarmaya çalışacağım.

Geceden epey erken tamamladım hazırlıklarımı ama heyecandan yine erken yatma planım suya düştü. Sabah 6'da kalktım. Yer fıstığı ve fındık ezmeli bir büyük dilim ekmekle kahvemi içtim, yanıma da bir muz aldım. Havanın güzel olacağını tahmin ediyordum ama yine de ne olur ne olmaz diyerek jumbo boy bir çöp poşetinin tepesini kafam geçecek kadar yırtıp yanıma aldım.

6.30'da evden çıktım, Taksim AKM'ye geldiğimde 7 civarıydı. AKM'nin yanındaki otoparka parkedip atletler için hazırlanmış otobüslerden bir tanesine binmem 10 dakika bile sürmedi. Yanımda getirdiğim muzu o sırada yedim. Köprünün Anadolu tarafına geldiğimizde hava iyice aydınlanmıştı ve gökyüzünde bulut görünmüyordu. Yine de sabah serinliği devam ettiği için çöp poşetimi kafamdan geçirip vücut ısımı kontrollü tutmak istedim. Evden çıkmadan önce 2 kere tuvalete çıkmıştım ama seyyar tuvaletleri de bir kez kullandım (bunları gereksiz detaylar olarak görmeyin, bu bilgileri ben daha önce hiçbir yerde okuyamadım, okuyabilseydim mutlu olurdum).

Geçen yılki gibi bu yıl da Türk kadar, belki daha çok yabancı sporcu vardı etrafta. Havanın açması birazcık moralimi bozdu. Yağmur koşarken sevmediğim bir şey ama güneşin de son düzlükte gözüme girmesinin performansımı düşürmesini istemiyordum ve güneş gözlüğüm yoktu.

Kendimi müthiş enerjik ve iyi hissediyordum. Rahat bir şekilde esneme hareketlerimi tamamladım. Uzun bir ısınma ve esneme süreci, bu tip bir spor aktivitesinden önce kas sorunları yaşamamak için çok önemli ve ben bu süreci gayet güzel atlattım. Startta epey önde yerimi alıp startın verilmesini beklemeye başladığımda starta daha 45 dakika vardı. Sanırım daha sonra patlayacak olan dizim için ilk sorun burada çıktı. Sakat dizlerimin sevmediği iki şey, çok uzun süre oturmak ve çok uzun süre ayakta durmak.

Startta önde yer almanın bir getirisi olarak belediye başkanımız Kadir Topbaş'ı ve elindeki start tabancasını yakından görebildim. Bu arada benimle birlikte öndeki sırada yer alan atletler arasında kısacık boyu, kocaman sakalı ve hiç bitmeyen muhabbetiyle 50 yaşlarında bir amca da vardı. Geçen yılki koşuda finişe 100 metre kala yerde takla atarken gördüğüm sakallı amcanın çakması sandığım bu beyefendi, meğer o taklacı amcanın ta kendisiymiş. Yarışın ortalarında ben topal güvercin olark sekerken amca yanımdan geçerken gördüm ki, gaza getirildikçe aralarda da habire takla atıyormuş kendisi.

Start verildiğinde konsantrasyonumu gaza gelip çok hızlı koşmamak, uygun bir ritim bulmak üzere yoğunlaştırmıştım. Niteki yarış başında da nefesim de ritmim de iyi durumdaydı. Etrafımdaki sporculara ve hızlarına bakarak hiç fena bir ritim tutturmadığımı da görebiliyordum. Köprünün sonunda fazla yorgunluk, daha doğrusu fazla yüksek nabız belirtileri gösterdiğimi farkederek istemeden de olsa ritmimi düşürdüm. Normalde bu hızda bu kadar yükselmesi normal değildi nabzımın ama köprünün ortasına gelirken ve Yıldız ayrımına ytaklaşırken karşımıza çıkan rampalar nabzımı yükseltmişti muhtemelen.

Yıldız tırmanışında sabit bir hızı tutturdum. Bu arada çişim de geldi ve etraftaki yeşillik alanlara çıkarak işeyen sporculara imrenerek baktım, çünkü çiş molası vermeyi düşünmüyordum. Barbaros Caddesi'ne çıkınca çok rahatlayacağımı düşünmüştüm ama burada da dalağım hafif hafif ağrımaya başladı. Buna rağmen iyi bir hızda indim ki, geçen yıl vakit kaybettiğim noktalardan biri olmuştu bu iniş. Dizlerime güvenmediğim için çok kontrollü inmiştim. Meğer bunca antremandan sonra hala yokuş inmek dizlerim için pek iyi sonuçlar doğurmuyormuş.

Sahile indikten sonra ilk su istasyonunda bir su aldım. Nedense koşu başından beri henüz yeterince keyif almamıştım. Genellikle koşularımda 10-15 dakika civarlarında endorfini basmaya başlar vücudum ve müthiş bir keyifle koşarım. Şimdi 5km, 6km bitmişti; düzlükteydim. Koşması zevkli mahallelerdeydim (gölge) ama yine de bir şekilde çok keyifli değildim. Niyeyse, yarışı bitirememe endişesi hala içimdeydi.

8km noktasından geçerken dalak, nabız, hepsi bir düzene girdiler. Artık antremanlardaki halime dönmüştüm ve tamamen kontrol bendeydi. Arada birilerini geçerken hızımı çok yüksek şekilde arttırıp sonra yine normal ritmime dönebiliyordum mesela. İlk sinyal de tam bu sırada geldi. Tam olarak neredeydim bilmiyoru ama Karaköy civarlarıydı. Dizimde acıyı çok hafif hissettim. Bu anda aklıma aynı anda iki şey geldi: "Bu kadarcık acıdan bir şey olmaz ve yarışı istediğim tempoda bitirebilirim", ve "Bu acı hiçbir zaman başladığı kadarla kalmadı".

Kısacık bir süre içinde acı arttı ve koşu adımlarımı imkansız hale getirdi. Yürüyüşe geçtim. Bu çok ama çok büyük bir hayal kırıklığıydı. Bu kadar önem verdiğim bir koşuda yürüşüye geçmek, yeterince hazır olmamanın, kendi bedenini tanımamanın, zayıflığın bir göstergesiydi ve kendimi çok kötü hissettim. Biraz yürüyüp koşmaya devam edecektim ki, dizim net bir şekilde bugün daha fazla koşamayacağımı bana bildirdi. Ne yapacağımı bilmeden yeniden yürüyüşe geçtim. Yarışım bundan sonrasını saçma bir yürüme-topallama süreciyle 1 saati aşkım bir süre daha sürünerek geçirmeye o anda karar verdim diyemem. Fakat yarışı ne olursa olsun yarıda bırakmayacağıma karar vermiştim.

Galata köprüsünden geçerken ve ondan sonraki yarım saatte yüzlerce kişinin beni geçmesini izledim. Burada biraz daha kişisel düşüncelerimi paylaşmam uygun olacak. 15km koşusu, hele de geçen sene yaptığım bir süre olması açısından ne kadar kendimle yarış gibi görünse de, herhangi bir spordan farklı olmayarak aslında bir rekabet içeriyor benim için. Bu rekabet duygusu, 10km'den sonra biten enerjinizi de tetiklemenizin en iyi yolu zaten. Birilerini geçmek, birilerine geçilmemek, insanın hiç gücünün kalmadığını zannettiği noktalarda adrenalin patlamaları yaratabilmek için çok faydalı. Ben de bu masum koşuda gayet rekabetçi, kendi boy/kilo oranımda gördüğüm ve elit atlet olmadığına kanaat getirdiğim herkesi potansiyel rakibim olarak görüyordum.

Şimdi bu zihniyeti müthiş bir fizik kondüsyonu ile birleştirin. Gerçekten de lise yıllarımın kondüsyonuna sahip durumdayım, üstelik çok daha güçlü bir bedenle. Fakat yarışın yarısından itibaren sürekli yanımdan birileri beni geçti. Başta rakip sayabileceğim kişiler, sonlara doğru hımbıllar, amatörler, tekerlekli sandalyeliler, bir kör koşucu; kısaca bana "yenildiğimi" hissettirecek herkes yanımdan geçip gitti.

Bir moral bozucu durumda şuydu; geçen yılki koşuda en sevdiğim şey seyirci desteğiydi. Hiç tanımadığınız insanların sizi motive etmeye çalışmaları gerçekten çok duygusal bir olay. Bu yıl seyirciler bana "haydi haydi" derken, kendimi gerçekten çok aciz hissettim. Çünkü onlar yorgunluktan yavaşladığımı sanıyorlardı ama ben yorgunluk bir tarafa, bomba gibi bir enerjiyle sakat bir dize yapıştırılmış durumdaydım. Bu da, Adım Adım organizasyonunu ve onların destek olduğu tekerlekli sandalyeli sporcuları da epey düşündüm. Adım Adım, koşarak bağış toplayan ve bu sayede engelli kişilere tekerlekli sandalye alınması gibi konularda destek olan bir organizasyon. Avrasya'da da Adım Adımcıları bol bol gördüm, bir kısmı da tekerlekli sandalye ile koşuya katılmış ama yeterli gücü olmayan heveslileri ellerinden tutarak koşuya dahil olmalarını sağlıyorlardı. Bu görüntüyü ilk görmediğimde, engelli kişiye engelli olduğunun daha çok yüzüne vurulması olarak değerlendirdiğim sahneyi şimdi daha farklı bir bakış açısıyla ele alıyorum.

Aklımdan geçenlerden biri de, onca izleyenin, aslında tembel bir pislik olduğum için yavaşladığımı düşünmemeleri için daha abartılı bir topallama tuttursam mı, yoksa dışımda olup bitenleri tamamen boşverip, tamamen kendi koşuma (yürüyüşüme) odaklansam mı sorusuydu. Pozculuğun asla tatmin getirmediğini çok önce keşfettiğimden, abartılı topallamayı boşverdim. Yine de seyircilerin yoğun olduğu noktalarda sakatladığım için yavaşladığım anlaşılsın diye daha fazla zorlayarak hızımı arttırmış olabilirim (sanırım yine sınıfta kaldım).

Gülhane Parkı'nın içinde, insanlar son yokuşta güçlerinin son aşamalarını ter içinde kullanırken benim terim çoktan kurumuş, nefeslerim gayet düzenli, parkın yüksek ağaçlarına ve o ağaçlardan sızan güneş ışınlarına bakıyordum. Sultanahmet'e vardığımızda seyirciler artık iyice konuya odaklılardı, bir kişi pişik olup olmadığımı sordu, sorunun dizim olduğunu söyleyince "koşma" dedi, içimden teşekkür ettim bu öneriye. Başka bir seyirci de yarış sonunda mutlaka masaja gitmem konusunda telkine bulunuyordu, ona da eyvallah anlamında olduğuna inandığım bir işaret yaptım. Son 50 metrede yanımdan geçen bir delikanlı dönerek beni motive etmeye çalıştı yine, ona da sorunun dizimde olduğunu açıklamak zorunda kaldım. Bu arada koşmamıştım ama 6-7km boyunca saçma bir yürüyüş ritmiyle topallamak, sağ ayağamı ve bacağımı epey zorlamıştı.

Koşu biterken süreyi gördüm, 1 saat 50 küsür dakika. Üzüldüm ama güldüm de. Geçen yıldan çok daha iyi bir dereceyi hedeflerken, olabilecek en kötü durumda ne sürede koşabileceğimi görmüş oldum bu yıl.

Sonuç? Her şeye değerdi. Tüm o zavallı dakikalar, sürünmeler... Birlikte koştuğum onca milletten insanla aynı amaç için, sadece ilerlemek için bunları yaşamak... Çok güzeldi. Eve döüşte biraz sorun yaşasam da 12.30 civarı eve ulaşmıştım ve duşumu alıp karımın beni karşıladığı "anne böreği" ve çayla kendimi huzurlu pazarın kollarında dinlenmeye verdim. Bir Avrasya da böyle sona erdi.

Derece bilgilerim:



12 Ekim 2010 Salı

15 km Antremanı

Geçen hafta çarşamba akşamı (6 Ekim 2010) bantta hiç durmadan 15 km'yi tamamlamayı başardım. Süreleri 5 km'lik dilimlerle aklımda tutmaya çalıştım ama ne yazık ki bu yazıyı yazana kadar uçtular aklımdan. Toplamda 1 saat 22 dakika gibi bir zamanda koştum.

Koşu boyunca nabzımın hiç durma ihtiyacı hissedecek kadar yükselmemesi oldukça güzeldi. Antreman sonunda uzun bir esneme çalışması yaptım. Eve geldiğimdeyse, yemek bile yiyemeyecek kadar bitap düşmüştüm. Aşırı yorgunluk gerçekten insanı çok yıpratabiliyor. Duşta durup dururken ağlayacak gibi oldum. Yemekten sonra birazcık kendime geldim. Ertesi günse, bütün gün hayalet gibiydim.

Hafta sonu havanın soğuk olmasını da kendi kendime bahane ederek dışarıda bir antreman yapmadım. Bu hafta sadece 1 antreman daha yapıp çalışmaları tamamlamayı düşünüyorum. Yarın 10 km'yi tempolu bir şekilde koşacağım. Bugün ve perşembe de cross training aletinde 20 dakika yüksek tempoda çalışabilirim.

Dizler iyi, ayaklarda bir yara yok. Hava durumunda bir değişiklik olmazsa hafif serin ve yağışlı olacak yarış günü. Güneşli olmasındansa bulutlu havayı tercih ederim ama yağmur yağarsa koşmak zor olabilir.

29 Eylül 2010 Çarşamba

Bariyerleri Aşmak

Önümdeki en önemli iki psikolojik bariyeri aştığım akşam oldu bu akşam bantta.

1 saat bariyerini 65 dakika koşarak aştım, bu sürede 12 km koşarak da 10 km adlı psikolojik sınırımı geçmiş oldum.

Oldukça yorucu bir antremandı, 5 ve 10. km'leri geride bıraktığımda 1,5 dakikalık iki hızlı yürüyüş temposuna düşmek zorunda kaldım. ilk 5 km'yi 26 dakikada, 10 km'yi ise 53 dakikada geçtim.

Antreman sonrasında uzun bir süre esneme çalışması yaptım. Yatmadan önce bir esneme çalışması daha yapmak zorunda kaldım, zira uzun koşuların acısı en çok sırtımdan çıkıyor.

26 Eylül 2010 Pazar

Gelişim Sürüyor: Açıkhavada 8,5 km

Bu haftaki spor programım şöyleydi; pazartesi ve salı ağırlık çalışmaları, çarşamba salonda 10 km koşu, perşembe ve cuma ağırlık çalışması. Cuma gecesi, cumartesi tüm gün oldukça yorucu geçti, dışarıda annem ve babamla birlikte bol bol gezdik Aygül'le.

Bugün nihayet kendimi dinlenmiş ve enerjik hissettim. Sabah kahvaltımı güzel ve bol enerji alabileceğim şekilde yaptım ve öğleden sonra da önce kahve içtim, sonra da koşuya 1,5 saat kala bir elma yedim.

Saat 18.00 gibi dışarı çıktım. Hava oldukça güzeldi. Koşmaya başlarken nabzımın geçen seferki gibi hızlı bir şekilde yükselmeyeceğini hemen anladım. Zaten bu sefer nabız ölçer bantını göğsüme takmadan çıkmıştım.

Toplam 8,5 km mesafeyi 49 dakikada koştum. Aslında süre daha kısa olabilirdi ancak koştuğum ormanlık bölgedeki sokak köpeklerinden yer yer tırstığım için yürüyüş hızına geçmek zorunda kaldım 3-4 sefer. Koşuyu bitirdiğimde hala kendimi enerjik hissetmek muhteşemdi. Ne nefes nefese kaldım, ne de dizimde bir arıza oldu. Sadece delicesine bir ter attım. Koşuya çıkmadan tartılmıştım, döndüğümde 1,3 kg daha hafif çıktım. İşte buna su kaybetmek deniyor dostlarım. Geldiğimden beri lıkır lıkır su içiyorum. İzotonik içeceklere de başvurabilirim belki sonraki antrenmanlarda.

Yarıştan önce 2 hafta sonu kaldı sadece. Bundan sonra bantta hız, dışarıda mesafe odaklı antrenmanlar yapmayı düşünüyorum. 13 ya da 14 Ekim'de son anteranmanı yaparım herhalde.

22 Eylül 2010 Çarşamba

Totodan Çıkan Antrenman

Öğlen salona indim ve bam! 51 dakikada 10 km koştum. 10 km barajına ulaştığım ilk antrenman bu geçen yılki koşudan beri.

Aç karna ve basık bir salonda tek başıma bu mesafeyi bu sürede koşmak, inancımı tazeledi. 15 km için geçen yılki değerimin altına inme konusunda motivasyonum tam.

11 Eylül 2010 Cumartesi

Bayram Haftası, Dışarıda İlk Antreman

Bu hafta iki kez (pazartesi ve salı) salonda cross training aletinde 30'ar dakikalık kardiyo çalışmaları yaptım. Nabız 130-135 arasında tutuldu ama zorluk derecesini 5-6'ya çıkardığım oldu. Tork yükseltme operasyonu iyi gidiyor diyebiliriz.

Bayramın ilk günü olan çarşamba Büyük Ada'daydık. 2 saatlik bir bisiklet turu attık, sıcak hava ve kalabalık çok yorduğu için perşembeyi dinlenerek geçirdim. Bugün nihayet cesaretimi topladım ve açıkhavadaki ilk antremanıma çıktım.

Zamanlama çok iyi olmadı. Kahvaltıda henüz anreman saatimi planlamamış olduğum için tercih etmeyeceğim şekilde ağır yedim. Normalde bir muz daha iyi olabilirdi koşmadan önce. Ayrıca sanırım çok heyecanlandığım için nabzım daha yürürken 120'yi geçmeye başladı, normal yürüyüş nabzım 105'lerde gezer.

Sonuç olarak 7,4 km koştum. Nabzım genellikle 170'in üstündeydi, 2-3 kez yürüyüşe geçip nabzımı dengelemek zorunda kaldım. Toplam sürem: 48 dakika. Bantta yaklaşık 1 hafta aynı sürede önce 9 km koştuğumu düşününce moralim bozuluyor biraz. Öte yandan 50 dakikaya yakın bir zamanda ayağımda çok az tahriş olması da sevindiriciydi. Dizlerim de adamantiyumdan yapılmış gibilerdi, tık demediler.

Avrasya'dan önce 4 hafta sonu var. Önümüzdeki hafta sonunda 60 dakika sınırını geçmek istiyorum. Sonraki 2 hafta sonunda da 15 km koşacağım sanırım. Bu arada son 2 hafta koşu bantında da 15 km'lik simülasyonlar (köprünün eğimi, Yıldız'a çıkan rampa ve son olarak etap sonundaki Gülhane tırmanışı) yapmayı düşünüyorum. Arada fırsat bulursam akşamları da dışarıda koşabilirim.

5 Eylül 2010 Pazar

Koşu Antremanları

Önceki bölümler: Koşmak Üzerine Notlar ve Koşuyla Aramdaki Engeller.

Bir süredir salon antremanlarında koşu bandı üzerinde yavaş yavaş maraton için ısınıyorum. Bunun için uygulamaya başladığım sistem şöyle:

Hafta içi büyük bir aksilik olmadığı sürece 5 gün spor salonunda ağırlık çalışıyorum. Ağırlık çalışmalarının sonunda, bir gün glide-x denilen sopalı adımlama aletinde nabız 135 ortalama tutturarak en az 20 dakika sabit kardiyo çalışması yapıyorum. Bunun faydası, kalbimin her seferinde bu hareketi daha az nabızla yapabilmesi, böylece nabzı sabit tutarken zorluk derecesini gittikçe arttırabilmem.

Diğer günlerde de koşu bandında çalışıyorum. O günkü moduma göre, 20 dakika, gittikçe artan hızla koşmak da olabiliyor bu antreman (15 seviyeye kadar çıktığım oluyor), uzun mesafe sabit hız koşmak da. Koşarken nabzım 150'nin üzerinde oluyor genellikle. 170'i çok geçmemeye çalışıyorum. Glide-X çalışmalarının hızlı koşma nabzımı ayarlamamı kolaylaştırmasını umut ediyorum.

Bu arada ufak ufak uzun mesafe antremanlarına da başladım. Geçtiğimiz hafta iş yerindeki salonda 6 km'den biraz fazla koşmayı başardım. Dün de 47'30" sürede 9 km koştum. Bu mesafe geçtiğimiz Ekim'den beri koştuğum en uzun mesafe. Bu hafta açıkhavada koşulara da başlamayı planlıyorum. Gerçek zemin ayak tabanını ve bileğini koşu bantından daha farklı etkilediği için bu açıkhava antremanları da Avrasya öncesinde çok önemli.

Tüm bu antremanlarda iki önemli nokta için çalışıyorum: 15 km mesafeyi rahat raha çıkartabilmek (ayak, bilek, diz, kalça vs sakatlamadan ve nefesim tükenmeden) birinci önceliğim, ikinci önemli konu da bu mesafeyi geçen yılki derecemden daha iyi bir zamanda koşmak.

4 Eylül 2010 Cumartesi

Koşuyla Aramdaki Engeller

Koşmak Üzerine Notlar yazısının ikinci bölümü.

Koşmayı ne kadar seversem seveyim, koşarken çocukluğumdaki gibi sadece düşmemeyi başarmaktan daha fazla dikkatli olmam gerekiyor.

Mayıs ayında bir öğlen, baş dönmesi, daha doğrusu "fenalaşma" şikeyetiyle şirket doktoruna gittim. Tansiyon, kan şekeri gibi ilk bakılacak konulara bakıldı ve dikkat çekici bir veriye rastlanmadı ancak kendime de gelemedim bir türlü. O hafta bu fenalaşma hali tekrar edince, hastaneye giderek kapsamlı bir muayeneden geçmeye karar verdim. Yakın zamanda Koç Spor Şenliği'nde Tofaş basketbol takımında oynarken bir antreman sırasında da nabzım 200'lere çıkmış, kısa sürede normale dönmesine rağmen koçu ve beni tedirgin etmişti. Ailemde hem anne, hem de baba tarafından kalp hastalığını miras olarak edinmiş biri olarak ilk önce kalp doktoruna göründüm. Eforlu elektro adlı, ailemde by-pass operasyonu geçiren bir çok kişiden bildiğim eziyetle de tanışmam böyle gerçekleşti. Kan, idrar testleri, hatta nöroloji muayenesinden de geçtim ama bir soruna rastlanmadı. bu kontrollerden çıkan tek sürpriz şuydu: kaka kolestrolüm sınır seviyeye yaklaşmıştı.

Kendimi hala genç olarak gördüğüm için kolestrol sorunu yaşama ihtimali bir anda beni sarstı ve o zamandan veri beslenmeme ve egzersizlerime büyük dikkat gösterdim. Haziran ayında şirketin spor odasında yeniden başladığım düzenli ve sık egzersizlerle, 1 ay içinde %23 olan yağ oranımı %18'e, daha sonraki ay da %13'e düşürmeyi başardım. Bu arada kilo kaybımı da kontrol ederek zayıflamadan yağ yakmayı -hayatımda ilk defa- başardım.

Fakat kardiyo çalışmalarını yaparken kalp doktorunun da ısrarla önerdiği şekilde, 160'lara çıkmayı falan düşünmeden, 130'larda bir nabızla koşu yapmaya çalıştım uzun süre.

Özetle, ilk sorunum, nabzımı çok yükseltmeden uzun bir aralıkta koşabilmeyi başarmak. Bunun için de gerçekten ciddi bir süreçte uzun mesafeye geçebildim. Uzun bir süre sadece 20 dakika koşabiliyordum, o da oldukça yavaş bir hızda.

Gelelim ikinci derdime; üniversite yıllarında hatalı ayarlanmış bir kayak bağının, düşe kalka kaydığım bol karda kayakları ayağımdan hiç çıkarmaması üzerine dizlerimde başlayan bir ağrı ve muayenede ortaya çıkan üzücü sonuç: çapraz bağların kopması.

Her iki dizimde de bağlarım 10 yıla yakın bir süredir sorunlu. Düzenli çalışmalarla, günlük hayatta bu sakatlığı hissetmemeyi başardım, ancak 15 km aralıksız koşmak, dizler için gerçekten de oldukça zorlayıcı olabiliyor.

Kondisyonumu toparladığımda, yani 1,5 saat boyunca koşabilecek duruma geldiğimde bu defa dizlerimi koruyarak koşma eğitimi başlıyor. Enerjimin seviyesi ne olursa olsun, koşu sırasında dizlerimden birisi kitleniverdi mi, ne yaparsam yapayım koşmaya devam edemiyorum. Dizim bir sopa gibi durmak, kesinlikle bükülmemek için bana her türlü acıyı hissettiriyor ki, ben de durup onu dinlendireyim.

Dizleri 15 km koşuya hazırlarken, antreman aralıkları, türleri, süresi çok önemli, ama en önemlisi insanın kendi bedenini dinlemesi. Dizlerim bana sinyal gönderdiği anda kendimi ne kadar motive hissediyor olursam olayım, antremanı orada bitiriyorum. Böylece dizler de yavaş yavaş daha uzun süreleri ve mesafeleri çıkartabilir duruma gelmeye başlıyorlar.

Geçen yıl 15 km mesafeyi sorunsuz bir şekilde 1 saat 25 dakikada koştuğumda dizlerimde hiç bir sorun olmamıştı, ancak şu anda antremanlarımda henüz 10 km bile koşamıyorum. Yine de geldiğim nokta umutlanmam için yeterli. 1 aydan uzun bir zamanım var ve kendime iyi bakıyor, geçen yıldan da daha sık antreman yapabiliyorum. Umarım 17 Ekim günü de ne olursa olsun koşuyu bitirebilecek kadar düzdün çalışacak dizlerim.

Koşmak Üzerine Notlar

Geçen yıl da bir özet yazarak başlamıştım Avrasya hikayesine ancak oldukça kısa bir giriş olmuştu, aynı yazının derinleştirilmiş versiyonuna hoş geldiniz.

Geçen yıl Avrasya'da ilk defa 15 km koşarak kent koşuları maceramı başlatmış olmuştum. Bu yıl da kaydımı yaptım ve 17 Ekim'de koşulacak olan Avrasya Maratonu'nda 15 km koşacağım yine.

Koşmakla ilgili ilk anılarım, evimizin arka bahçesinde -ki bir apartmanın arka bahçesi için epey geniş sayılırdı- 5-6 yaşındayken her koşuşumda düşmem ve dizlerimi kanatmamdır. Neyseki ergenliğe girince bacaklarım öyle bir kıllandı ki, dizlerimdeki orta dünya atlası görülmez oldu.

İlkokul ve ortaokulda hızlı koşmak çok önemsediğim bir şeydi. Özellikle ilkokulda yaptığımız koşu yarışlarında birinci olmak çok önemliydi. İki oğlan çocuğunun bir takım oluşturduğu "atçılık" oyunumuzda birimiz diğerinin önlüğünün arkasını tutar ve bu şekilde ikili olarak yarışlar yapardık. İlter'le ve Gürkan'la kurduğumuz ekipler çok hızlıydı ama en efsane atçılık partnerim sanırım Özden'di.

Ortaokulda hayatımıza basketbolun girmesiyle koşu, futbol ya da basketbolda yeteneği olmayanların yaptığı bir spor gibi görünmeye başladı ve gözümüzde önemi azaldı, bir istisnayla; yılda sadece bir kaç beden eğitimi dersimizde yaptığımız kır koşularında. Bu koşularda okulun kent dışında olmasının da avantajıyla, sınıf olarak dağ bayır aşıp, köyler içinden geçip, eski adıyla Orduzu, yeni adıyla Pınarbaşı adlı baraj gölü yanındaki mesire yerine ulaşırdık. Orada biraz takılıp dinlendikten sonra, geri dönüş koşusu başlardı ama bu defa sınıf olarak birlikte koşmaz, bunun yerine herkesin kendi temposun koşmasına, daha doğrusu yarışmamıza izin verilirdi. Cross-country dendiğini o zaman biliyor muyduk emin değilim ama bu koşularda hırsım ve testosteronum tavan yapar, ne yapıp edip tüm gücümü kullanarak ilk 3 içinde -çoğu zaman birinci- olmayı başarırdım.

Üniversite, sigara ve alkolün, sınav stresi yıllarının ardından göt yayma evresiyle birleşmesiyle sporun bir anda hayatımdan çıktığı, kilo alıp hımbıllaşmaya başladığım dönem oldu. Bir şekilde okul bitmeden sigarayı bırakmayı (2 yıl sürecek bir bırakma) başardığımda da döndüğüm ilk spor, çocukken de yaptığım ilk spor oldu: koşmak. Bilkent'in Bahar Koşusu adlı cross-country koşusuna hazırlandım. Bunun için haftada 3-4 kere evin dışında, Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nün Çankaya Caddesi sınırında gidip gereler tamamladığım 8 km'lik bir parkuru koşuyordum. Sonunda bahar koşusunda 600'ü aşkın katılımcı arasında 57. olmayı başardım. Güzel bir histi.

2005'te ikinci defa -bu sefer kalıcı olarak- sigarayı bıraktım. O zamandan beri de spor düzensiz de olsa hep hayatımda. Spor salonunda fitness ve ağırlık çalışmaları, şirket takımlarında basketbol ve nihayet geçen yıl hayatıma giren Avrasya Maratonu ile uzun mesafe koşular.

Bir sonraki yazımda, karşıma engel olarak çıkan konuları özetleyeceğim. Daha sonra da bu yılki hazırlıklarımı anlatmaya başlıyorum.

14 Ekim 2009 Çarşamba

Avrasya'ya Dört Gün Kala

Eylül'de ayrı ayrı iki haftayı tatilde geçirmek antrenmanlarımı aksatmama ve yediğim gözlemeleri pideler, formumun bozulmasına yol açtı. Maratona (15km) 1 hafta kala antrenmanları sıkılaştırmıştım ki açıkhava koşularında sağ ayağımın tabanında bir bölge su topladı. Daha sonra da bantta sol dizimdeki sakatlık nüksetti.

2 günlük bir dinlenmeden sonra bugün yine salondaydım. Bantta 15km'yi tamamladım. Arada 10 dakikalık bir süreyi de eğim ayarını 7.0'ye alıp koştum. Tarif edemeyeceğim bir yorgunluk yaşadım. Lisede basketbol antrenmanlarında böyle haşat olmuştum en son. Sonra eve yürürken yere yıkılacak kadar ağrıdı bacaklarım. Yıkılmadan ulaştım eve. Hasta karım karnımı doyurdu, şimdi oturmanın, yatmanın ne kadar keyifli olabileceğini tüm benliğimle hissederek kitap okumaya gidiyorum.

Pazar günü köprü üstünde rüzgar, hafif serin bir hava çok ciddi bir rampa bekliyor olacak beni. Parkur detaylarını buradan inceleyebiliriniz.

23 Ağustos 2009 Pazar

Avrasya

Yeniden koşmaya başladım. 1 yıldan uzun süredir hamster misali bant üzerinde zıplıyorum. Son 2 aydır da arada bir Maçka Parkı'nda koşuyorum Cumartesi sabahları.

Spor salonumun gazıyla Avrasya koşusuna katılmaya karar verdim. Avrasya denilen koşunun 3 farklı kategorisi varmış: Maraton, 15km ve Halk Koşusu. Ben 15km koşuda mücadele edeceğim.

Antrenmanlara bu hafta başladım. Öncelikle biraz yoğun sayılabilecek ağırlık çalışmalarımın sonundaki koşu bantı süremi 40 dakikaya çıkardım.

Çarşamba günü ilk antrenmanımda 7km kadar koştum ve 15km'yi çıkartıp çıkartamayacağım konusunda şüpheler oluştu kafamda. Cuma günü bir miktar daha kastım ve 60 dakika boyunca toplam 9km koştum (ortalama hızımı tahmin edin haydi). 60 dakika sonunda kendimi hala zinde hissettiğim için Avrasya konusunda moralim yerine geldi.

Bugün de interval (aralık?) antrenmanına başladım. 2 dakika 9km/s hızda koştuktan sonra 1 dakika 11 km/s hızda koşup sonra tekrar 9km/s hıza inmek şeklinde özetleyebileceğim bu çalışmada, anlattığım iniş-çıkıştan tam 17 tane yapıp 1 saat içinde 9,5km koşmayı başardım.

Avrasya koşusu 15 Ekim'de. O zamana kadar banttan çıkıp açıkhavada 1 saat ve üzerinde hızlı tempo koşmayı başarmam lazım bir kaç hafta içinde. Bu arada en önemli sınırlayıcılarım; her iki dizimde de çapraz bağlarda kayak ve türlü sporlara bağlı ciddi sakatlıklar olması. Bu yüzden koşma sürelerimi kademeli arttırmak zorundayım. Bir sakatlık tekrarlamasında tüm hayallerim suya gidebilir. Sonraki antrenman ve sürelerimi buraya yazmaya niyetliyim.

Avrasya Maratonu:
http://www.istanbulmarathon.org/

Koşmak

Koşmayı hep çok sevdim. Çocukken fıldır fıldır koşup, arada bir yere yapışıp, dizini kanatan çocuklardandım. Hala durur o yara izlerim. Ortaokul ve lisede basketbol takımında olmama rağmen, beden eğitimi dersinde öğretmenimiz bizi kır koşusuna (cross country) çıkardığında sınıf birincisi olmak için ciğerlerim patlayana kadar koşardım. Malatya Anadolu Lisesi kentin dışında konumlanıyordu ve Orduzu Göleti'ne yakındı. Koşu da bu alanda tezahür ederdi: http://maps.google.com/?ie=UTF8&ll=38.354143,38.369279&spn=0.017769,0.038581&t=h&z=15

(Bu arada Orduzu adı yerine Pınarbaşı kullanılsa da tüm Malatya için orası hala Orduzu)

Sonra Üniversite; grunge ve alkolle hızlı yemek sonrası kilo alma süreci. Ardından sigarayı bırakmam ve spora geri dönüş. Yaklaşık 8-10 yıl önce Bilkent'te bir bahar kır koşusunda epey bir kilometre katetmiş ve 600 küsür kişinin katıldığı koşuyu 57. bitirmeyi başarmıştım.

Basketbol, ağırlık çalışmak, yürüyüş... Eksersizin her türlüsünü çok seviyorum ama koşmak... Hele ki ilk 30 dakika sonrasında sonsuz bir enerjiyle koşmak; en çok bunu seviyorum sanırım.