Bundan tam beş yıl önce, Aygül'le ilk defa birlikte aynı şirket ve ortamda çalışmayı deneyimlediğimiz ama çoğunlukla benim yüzümden elimize yüzümüze bulaştırdığımız Dream-box TV'de çalıştığımız zamanlar. Bir Ikea ziyaretinde ufak tefek çiçekler aldık. İki kaktüsü önce iş yeri masalarımız için beğeniyoruz, ama sonra ben işten atılıp, Aygül de istifa edince, kaktüsler eve dönüyor. Kaktüsleri mutfak penceresinin önüne koyuyoruz. Topağacı'nda oturduğumuz evimizin çok küçük bir mutfağı, ancak orantısızca büyük bir penceresi var. Bu yüzden küçücük mutfakta iş yapmak eziyet değil, zevkli bir evcilik oyunu gibi oluyordu çoğu zaman.
Bu aydınlık pencerenin önünde kaktüslerden bir tanesi yerini çok sevmiş olacak ki, alındıktan yaklaşık bir yıl sonra üzerinde minik tomurcukları farkediyorum önce. Kısa süre sonra da güzel mi güzel, minik pembe çiçekler açıveriyor.
Çocukken sokakta çiçekli kaktüslerin satıldığını görmüştüm. Ya birisi söylediği için, ya da kendi gözlerimle gördüğümden -hangisi şimdi emin olamıyorum- bu kaktüslerin üzerindeki çiçeklerin gerçek değil, küçük iğneleriyle kaktüslere saplanmış yapay çiçekler olduğunu öğrenmiştim. Bu nedenle, aradan geçen yıllarda kaktüs çiçeklerine ayrıca bir ilgi göstermediğimden, bu çocukluk bilgisinin kırıntısıyla çiçek açan kaktüsüm, kendi aklımda da bir devrim gerçekleştiriyor.
Demek ki hiçbir şey sandığım gibi olmayabilir. Demek ki sahte sandığım şey gerçek olabilir. Demek ki benim minicik mutfağımda bile bir mucize gerçekleşebilir.
Aradan yıllar geçtikten sonra Han'ın doğumunda sevgili dostum Korhan'ın hastaneye gönderdiği orkideyle de benzer bir hikayemiz oldu. Eve geldikten sonra tüm çiçeklerini döken orkidemiz, bir buçuk yıl boyunca kel bir şekidle durduktan sonra geçtiğimiz yaz yatak odamızın gün boyu direkt güneş ışığı almayan kuytu balkonunda aradığı mutluluğu buldu ve bir anda gelin saçı gibi çiçek açıverdi.
Demek ki mucizeler tekrar tekrar gerçekleşebilir.
Gün 6. “Mutfakta penceremin önünde duruyorum…” Başlangıç cümlesi bu, gerisi serbest.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder