italya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
italya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Haziran 2007 Pazartesi

İtalya, Afganistan

Cumartesi akşamı İtalya Cumhuriyeti'nin 61. yıldönümü sebebiyle Venedik Sarayı'nda verilen resepsiyondaydım. Lancia CEO'su Olivier François da oradaydı ve bu güzel gecede Ypsilon'ların önünde Italian Style etkinliklerinin en önemli ayaklarından birisi olan genç İtalyan modacıların defilesini izledik.



Hava -son günlerdeki aşırı nemi hesaba kattığımızda- çok sıcak olmadığı için de ayrıca çok güzel bir akşam oldu. Eve döndüğümde ben heyecanla tanıştığım önemli kişileri anlatırken beni kapıda karşılayan aşkım Aygül gece boyunca bol bol içtiğim İtalyan şaraplarının hesabını soruyordu.

Gecenin ilginç hikayesi ise ilginç bir karşılaşma sonrası ortaya çıktı. Eski müşterimiz Toyota'nın eski reklam müdürü İpek Doğan da geceye eşi Ömer Bey'le birlikte katılmıştı. Birbirimizi görünce selamlaşmak ve biraz da sohbet etmek için bir araya geldik. Füsun Hanım (bizim ajansın kurucusu ve eski genel müdürü), Michael (IMSG'nin genel müdürü), Ertuğrul (benim grup direktörüm) ve ben İpek Hanım'la konuşurken İpek Hanım o gece orada bulunan kayınvalidesiyle tanıştırdı bizi. Bu muhterem kişinin -ismi Maliha'ydı sanırım- efsanevi Afgan kralı Amanullah'ın kızı olduğunu öğrenmek hepimizi derinden etkiledi. Çok zarif, çok bilgili ve dünya tatlısı bir kadın, filmlerde gördüğüm, başka bir zamana, başka kriterlerde mükemmelliklere ait biri...

Bu tanışmanın ortaya çıkardığı bir diğer öykü de ayrıca güzellik kattı geceye. Ertuğrul konuşulanları ve Afgan kralı Amanullah'ın adını duyunca bir an durakladı ve biz gözlerinin dolduğunu farkettik. Ertuğrul'un şu anda hayatta olmayan annesi meğer 1920'lerin sonunda Afgan sarayında dünyaya gelmiş ve adını da Amanullah koymuş: Begüm. Ertuğrul'un dedesi Afganistan'da görev yapan bir doktor grubunun başındaymış o zamanlar. Yeni kurulmuş bir cumhuriyet olan Türkiye'den Afganistan'a o yıllarda bir çok doktor ve mühendis gitmiş. Ayrıca Amanullah da Atatürk gibi ülkesinde pek çok modern reformu gercekleştiren bir kralmış.

Bu hafta sonu cuma, cumartesi ve pazar günleri Yüzüklerin Efendisi'nin 'extended' versiyonlarını seyrettim peşpeşe.

19 Şubat 2007 Pazartesi

İtalya

Sabah 5'te kalkıp patronun evine gittim. Şoförü ikimizi de oradan aldı ve 6'da Atatürk Havalimanı'ndaydık. Hayatımın en hızlı çekinini yapıp, ardından da en hızlı güvenlik kontrolünden geçtikten sonra 6.15'te uçuş için hazırdık ve uçuş 8'deydi. Starbucks'ın içilebilecek tek kahvesini, günün filtre kahvesini içip biraz dergi ve gazete karıştırdım. Bu arada yolculuğumuz boyunca bizimle olacak olan müşterilerimizle de muhebbete koyulduk.

Uçağa bindiğimizde memnundum. Koridorda oturuyordum ve koridor tarafında oturmayı severim. Milano'ya inene kadar çok az uyuyup daha çok yanımdaki Wired'ı okudum. Joost'la ilgili 6 sayfalık sağlam bir makale vardı. Milano'ya indiğimizde patron bir tasarımcı dostunun geçen sene Milano Design Week için havalimanına indiklerinde yaptığı espriyi hatırlattı: Welcome to Bulgaria. Biraz basık bir havalimanı gerçekten de. Benim de iyi anılarım yok burada.


Milano'dan Torino'ya -niye Turin deniyor buraya?- geçtiğimiz minibüsün içinde lise yıllarını ve okul servislerimizi hatırladım. Servisin içinde de yerimde oturmaktan sıkılınca arkamı döner, dizlerimin üstünde koltuğa ters oturup arkadakilere laf yetiştirirdim. 1,5 saatlik Torino yolculuğumuzda da bu pozisyonda müşterimizle muhabbet ettim.


Turin Palace oteli eski ve şık bir otelmiş. Girişin yanındaki ana alanı bir müze galerisi gibiydi. Niye fotoğrafını çekmediysem artık? Otel odası da eski ve sakindi. Sevmedim çok odayı. Banyosunda bir ince ruh vardı ama. Beni böyle alıp da çok eski zamanlara götüren...


Armando Testa İtalya'nın en büyük ajansı. Avrupa'da bir çok büyük kentte şubeleri var ama merkezleri Torino'da. Büyük ve şık bir binaları ve ilginç bir lobileri var. Buradan hareket ettiğimiz Fiat Auto binası ise muhtemelen tüm Torino'daki en görkemli kurumsal bina. Büyükçe bir caddenin başında adeta eski çağlardan bir katedral ya da saray gibi yükselen dev kutu yaklaşık 100 yıllık ve endüstri devriminin, çeliğin işlenmesinin, seri üretim çağının başlamasının bir simgesi olarak dikiliyor. Proporsiyonu kafanızda canlandırmanız için bir bilgi: bizim ajansın tamamının kapladığı alanın 8 katı kadar bir lobiye sahip.



Toplantılar uzun fakat keyifliydi. Çıktığımızda akşam olmuştu ve Lancia Design Tour Italy gibi bir adı olan gezici sergiyi gezdik. Sergiden iki not: Aygül'ün Momo Design kaskının turuncusu burada, bir de benim kuşak ve biraz daha üstünden olup da üstten sallanan şu koltuğa bakarak "Emanuel" demeyecek bir babayiğit var mı?





Hemen ardından da yan taraftaki Motor Village da denen Mirafiori'ye, muhtemelen Fiat Auto'nun en büyük sergi salonuna bir uğradık. Dünyanın en güzel otomobili olan Alfa Romeo 8C Competizione'nin cabrio versiyonunu da gördüm burada. Karnım deli gibi acıkmıştı ve bu konuda yalnız değildim. Ganbar ya da Genbar adlı bir kafe-bara uğradık önce. Birer aperatif aldık -ben öglen içtiğime benzer bir beyaz şarap-. Sonra da yemek için Monferrato adlı müthiş lokantaya gittik ve masamıza yerleştik. Yediğim şeyleri ve içtiğimiz şarapları da not almıştım ama buradan yazmak çok acımasızlık olabilir diye onları kendime saklıyorum. Yemeğin en kısa özeti: mükemmeldi.




İki haftalık bir salata-sebze diyetinden sonra yenen bunca yemek ve içilen içkiler gece rahat bir uyku uyutmadılar. Sabahın köründe Milano'ya yola koyulduk. Havalimanında kahvaltı ve Duty Free mağazasından küçük bir alışverişten sonra uçak ve geri dönüş. Bu defa koridorda değilim, biraz sıkıntılıyım.


Tüm seyahatin en keyifli anı: Fiat Auto binasının kocaman bir toplantı odasındayız. Armando Testa ve Lancia'nın üst düzey yöneticileriyle birlikteyiz. Bizim ajansın genel müdürü şu anektodu aktarıyor; Yalçın'ın dedesi Malatya'ya otomobili ilk getiren kişiymiş ve o otomobil bir Fiat'mış. Dönüşte bunu babama anlatmak için sabırsızlanıyorum.


Dedem fotoğrafta en sağdaki

14 Şubat 2007 Çarşamba

işimdeyim, gücümdeyim

Bir buçuk günlük İtalya gezisinden gelip ayağımın tozuyla Aygül'le birlikte Kırmızı Ödülleri törenine gittim. Organizasyon çok iyiydi. Tören gayet iyi geçti. Bizim ajans ödülleri topladı. 4 Kırmızı'da 2 Kıpkırmızı ödülü fena bir oran değil. Bana bir iki gün daha verin. İşleri bir toparlayıp kısacık İtalya gezisiyle ilgili kısa ama görsellerle süslenmiş bir yazıyı yazıp buradan yayınlayacağım.

9 Şubat 2007 Cuma

İtalya

Toplantı kesinleşti, vizem alındı, rezervasyonlar tamamlandı, sunumlar, dokümanlar son hallerine getiriliyor... Pazartesi sabah bir günlük bir iş gezisi için İtalya'ya gidiyorum. Oldukça yoğun bir program var. Salı günü dönüşte de apar topar Kırmızı Ödülleri'nin gecesine Refresh Venue'ye gidiyoruz. Yarın önümüzdeki hafta başındaki yokluğumu da planlamam gereken ve arka arkaya iki toplantıda bulunacağım zor bir gün olacak. Cumartesi günü de pazarlama blogcularının Marketing Türkiye himayesindeki toplantısına katılacağız Aygül'le. Şöyle Mayıs gibi bir haftalık bir izin kullanabilsem çok güzel olacak.